TFF Başkanının “Her 10 hakemden 6’sının bahis hesabı var” sözleri daha soğumadan, dün bambaşka bir eşik daha aşıldı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü soruşturmada ilk operasyon yapıldı.
21 gözaltı kararı, 19 gözaltı.
Listede Eyüpspor Başkanı Murat Özkaya var.
Ciner soruşturmasından hakkında yakalama kararı bulunan ve kayyum atanan Kasımpaşa Spor’un eski sahibi Turgay Ciner de...
Kulübün eski başkanı Fatih Saraç da gözaltına alınanlardan.
Ve suçlama artık “bahis” değil: Müsabaka sonucunu etkileme.
Yani bugüne kadar “bahis skandalı” diye konuştuğumuz dosya, bugünden itibaren adıyla sanıyla şike dosyası.
Bir süredir “acaba mı” diye fısıldanan şey, artık apaçık.
★★★
O meşhur söz kulaklarımızda: Futbol asla sadece futbol değildir.
Gerçekten de değildir.
Koca bir ekonomidir, siyasettir, güç alanıdır.
Ama hepsinden çok, bu ülkenin en büyük kaçış noktasıdır.
Stadın kapısından içeri girince ya da ekran karşısına geçince başka bir ruh hali başlar.
Duygular aklın önüne geçer, tribünün ritmi tek bir kalp atışına dönüşür.
Milyonlar aynı anda nefes alıp verir.
O an, ekonomik sıkışmışlık, siyasi gürültü, adaletsizlik duygusu birkaç dakikalığına da olsa arka plana atılır.
Bir maç, bir gol, bir kritik an... Aklı susturur, kalbi konuşturur.
Karl Marx’ın cümlesi aslında “Din halkın afyonudur” diye geçer.
Zamanla bu ifade toplumların başka zaaflarına, başka kaçış alanlarına da uyarlanır oldu.
Ve özellikle bizde, karşılığını futbolda buldu.
Çünkü bir galibiyet telaşı ya da bir yenilgi öfkesi, insanın içindeki gerçek sıkışmayı örter.
Bir süreliğine unutturur.
Atılan bir gol, adaletsizlik hissini susturur.
★★★
Ama artık mesele futbolun kendisi değil.
Afyon olan futbol değil; futbolu afyon haline getiren düzen.
Oyunun kendisi masum.
Çürüyen, oyunun üzerine çöken ilişkiler ağı.
Hakemin düdüğü değil sorun; o düdüğün kimin elinde nasıl değer kazandığı.
Buraya kadar her şey, futbolla sınırlı bir çürüme gibi görünebilir.
Ama değil.
Asıl hikaye bence şu: Türkiye’de artık kaçış alanı kalmadı.
★★★
Bir zamanlar nefes alma alanımız çoktu.
Kitap okumak, sinemaya gitmek, tiyatro bileti almak...
İstanbul’da boğaza karşı bir yemek yemek...
Onu geçtim, sahil kenarında bir kahve içmek, belki bir kumpir yemek...
Bunlar, orta sınıfın doğal hakkıydı.
Şimdi lüks.
Hayatın kendisi, gündelik bir kaçış değil artık.
Her yerde siyaset, her yerde kavga, her yerde gerilim.
Geçim derdi hiç olmadığı kadar ağır.
Bir haber bültenini açınca moralin bozuluyor; kapatsan vicdanın sızlıyor.
İyi bir şey okusan inanmıyorsun; kötü bir şey okusan daha da çöküyorsun.
İnsan nefes almak için bir alan arıyor. Bulsan suçluluk, bulamasan yorgunluk.
Bu ülkede uzun zamandır en temiz kaçış futboldu.
Tribündeki o ortak duygu, o kısa ömürlü heyecan, o kolektif nefes alış...
Ama şimdi o da kire, pasa, pisliğe bulandı.
Kurtuluş alanı bile gölgelendi.
Şimdi sorulması gereken soru şu:
Bir toplumun kaçacak yeri kalmazsa ne olur?
Adalet duygusu zedelenmiş, ekonomisi güven vermeyen, gündelik hayatı baskılayan bir ülkede, futbol bile sığınak olamıyorsa...
Geriye ne kalır?
★★★
Belki de bugün yaşadığımız şey sadece bir spor skandalı değildir.
Belki de bu dosya, bu ülkenin en büyük kaybını gösteriyordur:
Kaçış alanlarının yok oluşunu.
Ve insanın kaçacak yeri kalmayınca, geriye sadece çıplak gerçek kalır.
Belki de asıl yüzleşmemiz gereken tam olarak budur.