İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer için İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın izniyle soruşturma açıldı...

Olabilir, açılabilir tabii; gerekçesi neydi peki bu soruşturmanın? İzmir’in kurtuluşunun 100. Yılı’nda yaptığı konuşmaydı. Ne diyordu peki o konuşmasında Soyer?

- 100 yıl önceydi. Bu toprağı yönetenler gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeydi. Gençleri, kadınları, çocukları hiç düşünmediler. Sadece saraylarındaki saltanatı korumak için bütün bir milleti ateşe attılar. İnsanlık onurumuzu, bağımsızlık tutkumuzu ve yaşam hakımızı ayaklar altına aldılar ve teslim oldular...

İşte bu konuşma için açılan soruşturmanın gerekçesine bakalım bir de:

- Osmanlı Devleti’ni ve yöneticilerini hedef göstermek, kişinin hatırasına hakaret, halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek!

Bu suçlamayı “Türkçeye çevirirsek” şöyle dendiğini daha rahat anlayabiliriz:

- Soyer, başta Padişah Vahdettin olmak üzere, Damat Ferit, Ali Kemal, Mustafa Sabri, Dürrizade Abdullah gibilerine “hain” diyerek hatıralarına hakaret etmiş, halkı galeyana getirecek, kin ve düşmanlığa sevk edecek, hedef gösteren laflar etmiştir.

Tunç Soyer soruşturma ve gerekçesini öğrendiğinde aynen şu açıklamayı yaptı:

- Sözlerim Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Nutuk”undan alınmıştır. Her sözümün arkasındayım. Buyrun, buradayım...

Kısacası, o kafa Soyer’e soruşturma açarak, aslında Atatürk’ü ve Nutuk’u yargılamanın önünü açıyordu...

- Ne zeka ama!

Gelin o çok korktukları esere ve yaşananlara yakından bakalım...

Kaderini kendi elleriyle çizen ulus!

Gerçekten de çok tehlikeli, hiç de tekin olmayan bir kitaptır...

Özellikle de gericiler, yobazlar, kaderini yabancı devletlerle birleştirenler, Cumhuriyet erdemlerine sırt çevirenler, liberal kılıklı soytarılar, işbirlikçiler, tersanelerimizi bile haraç mezat pazara çıkaranlar, hırsızlar, uğursuzlar için adeta bir karabasandır...

Daha başlangıcında, bugün birilerinin göklere çıkardığı Osmanlı’nın nasıl işgal altına alınmış, nasıl parçalanmış, nasıl çürümüş olduğunu, devleti yöneten güruhun başta padişah olmak üzere yalnızca ve yalnızca kendi geleceklerini garanti altına almaktan başka bir şey düşünmeyen hain ve gafiller ordusu olduğunu gayet açık, gayet akıcı ve yadsınamaz bir şekilde anlatır...

Anadolu’da Kurtuluş Savaşı başlatanların, Padişah denilen soysuzun emriyle, Mustafa Sabri isimli hainin kaleme aldığı, Dürrizade Abdullah isimli ahlaksız Şeyhülislam’ın fetva ile nasıl idama mahkum edildiklerini, öldürülmeleri için nasıl taburlar oluşturulup Anadolu’ya gönderildiğini de okuyabilirsiniz o kitapta...

Kuva-yi Millicilerin nasıl “vatan haini”, Yunan ordusunun “Halifenin ordusu” ilan edildiğini de içiniz bulanarak görebilirsiniz... Tarihin en alçak antlaşmasının Osmanlı’nın burnuna uzatılıp nasıl kabul ettirildiğini, Fransa’nın Sevr kasabasındaki bir porselen fabrikasında  Damat Ferit isimli hainin başkanlığındaki heyete nasıl alay edilerek imzalatıldığını da bulabilirsiniz aynı kitapta...

- Osmanlı’nın 600 küsur yıllık ömrünün bittiğinin imza törenidir o antlaşma!..

Milletine hesap veren lider!

Aynı kitap, Osmanlı özlemiyle yanıp tutuşanların, VahdettinlerinMustafa SabrilerinAli Kemallerinİskilipli AtıflarınŞeyh SaitlerinŞeyh Rızaların ve takipçilerinin Türk Milleti’ne niçin böylesine düşman olduğunu ortaya sermesi açısından da çok ama çok sakıncalıdır...

Çünkü, bitmiş, ortadan kaldırılmasına yalnızca bir adım kalmış, başkenti bile işgal altında köhnemiş, yıkılması politik ve stratejik gerekçelerle neredeyse 100 yıl geciktirilmiş bir imparatorluğun üzerine, mazlum bir ulusun tarihte ilk kez emperyalizme başkaldırarak zafer kazanmasını ve Cumhuriyeti söke söke kurmasını da anlatır!

Kurtuluş Savaşı başından sonuna, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı ana kadar inanılmaz bir destandır... O destanın içinde yalnızca dış düşmana değil, içerideki hainlere, isyanlara karşı verilen muazzam mücadelenin gözyaşlarıyla okunan hikayesi vardır...

O kitap, gün gün, okurken bile yüreğinizi neredeyse durduracak binlerce olayla doludur... Kendi arkadaşlarının önemli bir bölümünün dahi “Yapamayız, gücümüz yetmez, Amerikan mandasını kabul edelim” dediği Sivas Kongresi’nde kürsüye çıkan Büyük Devrimci’nin şu sözlerini yazar:

- Ya İstiklal, Ya Ölüm!

Sonrası bir su gibi akar gider... İnönü Zaferleri, Sakarya Meydan Muharebesi derken, Başkumandanlık Meydan Savaşı’nda askeri otoritelerin “Asla geçilemez” denilen Afyon Hattı’nı iki günde yerle bir eden Mehmetçiğin yalnızca 10 gün sonra 9 Eylül 1922’de Türk Bayrağı’nı İzmir Valiliği balkonuna asması, 6 Ekim 1923’te işgal kuvvetlerinin İstanbul’dan defolup gitmesi, Vahdettin soysuzunun İngiliz Malaya Zırhlısı’na binip kaçması, Cumhuriyet’in ilanı, art arda gelen devrimler, kulluktan özgür birer yurttaşa dönüşen Türk insanı, hepsi ama hepsi bu kitapta yer alır. Eklerinde 400 küsur belgeye yer veren, bir tanesi dahi bugüne dek çürütülememiş kitabın adını biliyorsunuz:

- NUTUK!

Mustafa Kemal’in 1927 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası Kongresi’nde 6 gün, 36 saat süreyle okuduğu, anlattığı kendi el yazısıyla yazdığı o muhteşem eser... Tarihte bir başka lider daha var mıdır ki, halkının karşısına çıkıp böylesine yürekli bir şekilde tarihi anlatsın, görmedim, duymadım...

Yukarıda, Büyük Devrimci’nin adlarını birer birer saydığı hainler ve daha nicesi onlarındır...

- NUTUK, Mustafa Kemal Atatürk, arkadaşları, bu vatan için canını kanını hiç sakınmadan feda etmiş aziz şehitlerimiz ise Türk Milleti’ne aittir!