Canlarım...

Dün ve daha önce defalarca yazdım...

Defalarca da bilinenleri hatırlattım...

Siyasetçilerimizin ya da ekonomi yazarlarımızın ya hafızaları çok zayıf...

Ya da:

Her ekonomik krizden yeni servetler kazanarak çıkıyorlar...

Size en basit bir öngörü gerçekçiliğinden söz edeyim...

Altın ve gümüş...

Bu iki değerli maden...

Her savaş öncesi ve sırasında yükselir...

Savaş ihtimali ortadan kalkınca...

Ya da savaş bitince:

Cazibesini kaybeder...

Bizin halkımızın altına her ulustan daha çok sevdalanması:

Tarihinin sürekli savaş halinde geçmesinden dolayıdır...

Yani:

Fıtratın gelenekle birleşmesi...

Aslında ekonomide hiçbir zaman...

Daha önce yaşanmamış bir şey olmaz...

Ekonomi tarihi de:

Tekrarlardan ibarettir...

Bizim asıl sorunumuz...

Politikacıların vasat üstü ve vasıflı değil:

Vasat altı ve vasıfsız olması...

Siyasî tarihi bilmedikleri gibi...

İktisadî tarih konusunda da cahil oldukları gerçeği...

En az o kadar kötü olanı ise:

Ekonomi yazarları ya da ekonomi sayfası gazetecilerinin de aynen:

O siyasetçiler gibi oluşu...

Oysa...

Ekonomi gazetecileri ya da yazarları...

Ekonomi tarihinin de tekrardan ibaret olduğunu...

Destekledikleri...

Ya da...

Muhalefet ettikleri siyasetçilere...

Ve:

Seçmenlere de:

Örnekleriyle anlatmayı deneseler...

Krizlerde kazandıkları kadar çok para kazanamazlar belki...

Ama...

Öncelikle...

Vatandaşı oldukları ülkenin halkı ve haliyle ülke kazanır...

Günün sözü

“So if  faults are repetitive, history itself also repetitive/Eğer hatalar mükerrerse, tarihin kendisi de mükerrerdir...”.

AYNI FİLMİ DEFALARCA

Dün, bizim Hüsmen’le Ramiz’in, birlikte izledikleri bir filmde...

TIR’ın uçuruma düşüp düşmeyeceği konusunda iddiaya girdiklerini anlatmıştım...

Bu defa Hüsmen tek başına gitti sinemaya...

Ve bakın neler oldu...

Ramiz, Hüsmen’i sinemadan çıkarken gördü:

“Angi filme gittin be agacım?” diye sordu...

“’Aşkımı ezdin Sadık’ filmine gittim...”.

Ramiz şaşırdı:

“Te be sen dün de o filme gitmedin mi?..”.

“Gittim tabi be ya...”.

“Çok mu biyendindi filmi?..”.

“Yok be agacım ondan diil... Dünkünde kız, kamyonun altında kalmıştı ve ben çok üzüldüydüm... Bu defa şoför dikkatli olur da kızı ezmez diye düşündüm...”.

Ramiz daha bir hafta önce de aynı hatayı yapan arkadaşının bu saflığına güldü...

Hüsmen, bozuldu:

“Ne gülersin be ya?.. Kapçık aazlı şoför gene ezdi kızcaazı...”.

Canlarım...

20 yıldır aynı şoför aynı ekonomiyi defalarca ezdi...

Ama...

Seçmen çoğunluğu bunun farkında değil...

“Belki bu defa ezmez” diyerek aynı filmi defalarca izlemekten bıkmıyor...

CİNSİNE ÇEKİYOR

Karl Marks akıllı adamdı ama analizlerinde genelde yanılmıştı...

Örneğin, İslâm’da “İnsanın fıtratı” denilen şeye Marks (Feuerbach’tan mülhem) “İnsanın özü” diyordu...

İslâm, insanın fıtratında bencilliğin olduğunu ve değişmeyeceğini kabul ederken...

Karl Marks:

İnsanın tarihle beraber değişeceğine...

Ve böylece:

Kendini geliştireceğine inanıyordu...

Çünkü Marks’a göre insan:

Kendi tarihini kendi yapıyordu...

Yani insan, kendisinin ürünüydü...

Aradan neredeyse 200 yıl geçti...

Ve fakat...

İnsan yine aynı insan...

Yine yalan söylüyor...

Yine yalan haber yapıyor...

Ve yine:

Yalan söyleyebilenler kazanıyor...

Yani canlarım:

Şapı dövseniz olmaz şeker...

Cinsini öptüğünüz cinsine çeker...

GEÇECEK BE CANLARIM

2006 yılında yayımlanan “Derin Kıyamet” isimli romanımın kapak sayfasında şöyle yazdım:

“Bilgi, bilmemiz istenen şeydir...”.

17 yıl geçti üzerinden...

Bugün, o günkünden daha çok bozuldu bilgi...

Gerçek bilgi:

Kaybedildi...

Önemsizleştirildi...

Görmezden gelindi...

İtibarsızlaştırıldı...

Ve...

Yerine:

İnsan yığınlarının bilmeleri istenen yalanlar “bilgi/haber” diye verilir oldu...

Algı, gerçek olgunun yerini aldı...

Haliyle:

Yalan olan bir olguyu gerçekmiş gibi algılatabilme ustalığını gösterenler...

Siyasette ve medyada üstün başarı kazandılar...

Söylenen sözlerin değeri, söyleyenin tanınırlığına ve reytinginin yüksekliğine göre ön plâna çıkarıldı...

Ya da:

“Söylenmemiş” kabul edildi...

Örnek mi?..

Türkiye...

Sosyal medya fenomenleri...

Ve...

Popüler kanallardaki gündüz şovları...

Her şeye rağmen umutsuz değilim...

1993 yılında yayımlanan ilk kitabım (Ondan sonra 16 kitabım daha yayımlandı) Ülkeyi Cahiller Yönetiyor’un sonunda:

“Niceliğin yerine niteliğin tercih edildiği gün, ülkeyi cahiller yönetmeyecek” dedim...

Aradan geçen 30 yılda:

Nicelik, niteliğin daha da önüne geçti...

Hemen her şey:

Sayısal ve rakamsal büyüklükle değerlendiriliyor...

Sayısal ve rakamsal büyüklükler “başarılı” olarak algılanıyor...

Geçecek be canlarım...

Geçecek...

Tarih:

Önünde sonunda niteliği, niceliğin üzerine taşıdı...

Yine:

Taşıyacak...

DURUM TESPİTİ

Erdoğan, cumhuriyet tarihinin “En Başarısız” başbakan ve cumhurbaşkanı...

Adnan Menderes’in hatalarını kendisinden önce yapan yoktu...

Ders alamadı...

Demirel...

Ecevit...

Özal...

Çiller...

Ve Yılmaz:

Kendilerinden önce yapılan hatalardan ders alıp:

Yolun başında döndüler...

Erdoğan...

Kendisinden öncekilerin ne zaman başarılı ne zaman başarısız olduklarını ya bilmiyor...

Ki öyleyse, ülkeyi yönetmeye talip olmayacaktı...

Ya da:

İnat ediyor...

İşin kötüsü...

33 ay önce başlatması gereken tedbirleri 3 ay daha erteleyerek:

Metastas yaptırdığının da farkında değil...

Ya da:

Kötü niyetli...

İnşallah sonunda bu günleri de aramayız...

NEDEN?

Soru:

MB Başkanı Erkan alışverişe neden site sorumlusunu gönderdi?

Cevap:

TÜİK’e güvenmediği için...

Gelen makbuzları saklayacak...

Ocak ayı başında:

TÜİK Başkanı’na gösterecek?..

Dünün X’i

Atilla Kıyat

@atillakiyat

Askeri okullar kapatılırken, suçlu suçsuz ayırmadan tüm öğrenciler okuldan atılırken, emir kulu öğrenciler müebbet hapisteyken, boşluk, sözde mülakatlarla seçilip 6 ayda subay yapılanlarla doldurulurken tepki gösterseydiniz Tuzla olayı yaşanmazdı.