Yazarların mektuplaşmaları, oturup bir eser, bir sanatçı için birbirleriyle konuşmaları epey ilgimi çekiyor. İşte böyle bir kitabı yeni bitirdim ve sizinle paylaşmak isteğiyle oturdum yazı masama. Benim gibi Sait Faik hayranıysanız mutlaka heyecanlanacaksınızdır ümidiyle...

Üç kuşaktan üç yazar, aynı zamanda Sait Faik’in tutkulu okurları da olan Selim İleri, Turgay Kantürk ve Deniz Durukan, Sait Faik’in 100’üncü yaşında büyük öykücümüzü ve yapıtlarını, dönemin politik ve etik değerleri üstüne düşüncelerini paylaştıkları bir dizi konuşma gerçekleştiriyor.

İşte o konuşmalar, şimdilerde ‘O Derin Fısıltı’ adıyla kitap oldu. Bakın sadece bir bölüm paylaşacağım. Üç yazar, Sait Faik’in Bir Masa şiiri hakkında konuşuyor.

Deniz: Söylemek istediğim şey bu şiirde var. Sait Faik, bir anlamda, doğduğu sınıfsal ortama karşı aldığı tavrı anlatıyor. Aynı zamanda bir hüzün de var.

Selim: Sait Faik, bütün hayatı boyunca akşamüstleri hüznünü yaşamış biri ve yazmış da. Akşamüstüne dair başka şiirler de yazılmış tabii. Mesela Ahmet Muhip Dıranas’ın dizesi “hoyrattır bu akşam üstleri daima!” bir görkemdir.

Turgay: Haşim sonar... “Altın kulelerden yine kuşlar/ Tekrârını ömrün eder I’lân/ Kuşlar mıdır onlar ki her akşam/ Âlemlerinizden sefer eyler”?

Deniz: Şiirlerinde de hikâye anlatıyor.

Turgay: Hikâyelerini çağrıştırıyor, değil mi?

Selim: Neredeyse kısa film akışında...

Daha yazmak, her okuduğumu paylaşmak isterdim. Ancak bunu size bırakıyorum. Kitabı alın, okuyun ve keyfini çıkarın.

Kendinizi bu üç yazarın konuştuğu ortamda hissederken, eski entelektüel tartışmaları özleyecek, vasatlığa bir kez daha ‘çık dışarı’ diye bağırmak isteyeceksiniz.

Çölleşmenin arşa değdiği bugünlerde ilaç gibi gelecek.

Sahi, bir gün vasatlığı yenebilecek miyiz?

Geçmişte başardıklarımızı, yarına taşıyabilecek miyiz yeniden?

Umalım.

BİR MASA Sait Faik

Bize bir masa ayır Yanakimu

Aleksandra’mla benim için

Bir masa
Üstü çiçeksiz
Örtüsü gazeteden

Şarabı aşktan

Hem hülyadan

Aleksandra’m mızıka çalsın

Siyaha çalar parmaklarıyle

Güftesi bayağı şarkılar

Adi havalar

Meyhane acı zeytinyağı koksun

Sen hoşnut ol Yanakimu.

Bir ülkeye, bir fikre, bir mücadeleye de âşık olunabileceğine inanırım

Bugün ‘Apolitik’ soruları CHP Genel Başkan Yardımcısı, Kültür ve Turizm Gölge Bakanı Gülşah Deniz Atalar yanıtladı.  

- Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?

Oğlumu öperek güne başlıyorum. Oğlum enerji ve umut kaynağım.

- En son hangi kitabı okudunuz?

Uzun zamandır masamda duran Ursula K. Le Guin’in ‘Kadınlar, Rüyalar ve Ejderhalar’ kitabını okudum. Kitap dış dünyadan çekilip kendi iç sesimi duymamı sağladı.

- En son hangi filmi izlediniz?

Fantastik film ve dizi izlemekten, ayrıca fantastik roman okumaktan hoşlanırım. En son ‘Pan’ın Labirenti’ni izledim. Film, tam anlamıyla bir fantastik yapım, hayal gücünü politik bilinçle, estetiği de trajediyle harmanlıyordu.

- En sevdiğiniz ses ne sesi?

Aslında en sevdiğim ses kıyıya yavaşça vuran dalgaların sesi ama son zamanlarda özellikle de demokrasi için toplanmış kalabalıkların ortak talepli çoksesliliğini seviyorum.

- En çok dinlediğiniz üç şarkı?

Müzikle çok iç içe bir insanım. O yüzden de günlük yaşantımda çok fazla şarkı dinlerim. Hatta çoğu zaman dinlerken de eşlik ederim. Günlük akışta bir şey olduğunda duruma ilişkin bir şarkı mutlaka aklıma gelir. En çok dinlediğim şarkılar;

Queen’den ‘Show Must Go On’, Zülfü Livaneli’den ‘Sevda Değil’, Ceza’dan ‘Suspus’. 

Fakat son zamanlarda Bengü Beker’den ‘Sana Yıldızları Ödediğimden’  şarkısını oldukça fazla dinliyorum.

- Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?

Bu soruyu başka zaman sorsaydınız başka bir cevap verirdim. Ancak bu günlerde, söz ve bestesi Gökhan Şeşen’e ait, Emre Fel’in yorumladığı ‘Dert Olur’ şarkısını dinledikçe canım ülkem aklıma geliyor, içim hüzünle doluyor. Bir bakarsın düşlerin gerçek olur diyorum.  Öte yandan, Muse’un ‘Uprising’ şarkısının özellikle nakaratındaki şu dörtlük de beni bambaşka coşkulu duygulara sürüklüyor ve çok etkileniyorum: Bizi zorlamayacaklar/Bizi aşağılamayı bırakacaklar/Bizi kontrol etmeyecekler/Galip gelenler biz olacağız...

- Aşka inanır mısınız?

Evet, ama sadece romantik anlamda değil. Bir ülkeye, bir fikre, bir mücadeleye de âşık olunabileceğine inanırım.

- Kırmızı çizginiz nedir?

Cumhuriyet değerleri, Atatürk ilke ve inkılaplarıdır. Özellikle de Atatürk’ün kültür devrimiyle hedeflediği aydınlanma, akıl ve bilim yolunda ilerleme kararlılığı benim için vazgeçilmezdir. Bu çizgi, sadece geçmişe duyulan bir saygı değil; aynı zamanda geleceğe dair bir yön tayinidir.

- En sevdiğiniz yemek?

Karnıyarık, pirinç pilavıdır.

- Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?

Yemek konusunda yeni ve farklı tatlara açığım. O yüzden hayatta olduğu gibi yemekte de önyargılarım yoktur.

- Sizi ne heyecanlandırır?

Bir fikrin ete kemiğe bürünmesi. Bir cümlenin, bir eylemin dönüşüm yaratması.

- Yağmur mu, güneş mi?

Yağmur. Çünkü güneş çiçekleri açtırır ama yağmur kökleri besler. Daha derin, sağlam, sessiz ama çok şey taşıyan.

- Güz mü, ilkbahar mı?

Kasım doğumlu olduğum için Güz mevsimini çok severim.

- İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?

Nezaketsiz ve saygısız, sınır bilmeyen davranışlar beni çok rahatsız eder, 

samimiyetsizlik ve son olarak da kibir yine hoşlanmadığım davranış biçimleridir.

- Geçmişe dönerek birine bir şey söyleme şansınız olsa kime, ne söylersiniz?

Genç yaşımdaki kendime: “Kendini daha az yargıla. Daha sakin ve daha sabırlı ol. Henüz yolun başındasın.”

- Size şu anda telefonsuz üç gün verseler ne yaparsınız?

Bir yanım bir ağacın gölgesine sığınmak, kitaplara ve sessizliğe çekilmek ister. Ama biliyorum ki artık telefonsuz kalmak sadece huzur değil; aynı zamanda dünyadan, haberden, mücadeleden kopmak demek. Gerçeğin bu kadar hızla bastırıldığı bir ülkede, bağlantısızlık bazen sadece sessizlik değil, aynı zamanda görünmezliktir.

- Yeniden dünyaya geldiniz ve seçme şansınız var, kim olmak istersiniz?

Yine kendim olmak isterdim. Çünkü hatalarımla, yolculuklarımla, öğrenmelerimle şekillenen bu halim, başkasının değil yalnızca benim hikâyem. Her seferinde yeniden ayağa kalkan, inandığı şey uğruna mücadele eden biri oldum. Eksiklerimle de barışık, sesim kısılsa da sözümden vazgeçmeyen bir ben... Başkasını seçmek, bu emeği inkâr etmek olurdu.

- Herhangi bir enstrüman çalar mısınız? 

Herhangi bir enstrüman çalmıyorum ama şarkı söylemeyi çok severim.

- Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?

Oğlum henüz 3 yaşında, çok küçük, onun kendisine bağımsız bir hayat kurduğunu görmek isterim.

TV STÜDYOSUNDAN SANAT ATÖLYESİNE

Şule Zeybek’i herkes tanır. Uzun yıllar Kanal D’de güzel sunumuyla haberleri aktardı bize. Şule sonra bambaşka bir alanda çıktı karşımıza. Atölyesinden çektiği fotoğraflardan anlaşılıyordu ki, kendisini tamamıyla sanata vermişti. Sanat başka türlüsünü kabul etmez zaten. Ve Şule, bir sergiyle karşımızda şimdi.

KÜN-AY tamgasından ilham aldığı eserlerini görün isterim.

Kün-Ay, Türklerin eski inanç sistemlerinde gün (güneş) ve ayın birlikte yer aldığı çok önemli bir güç sembolü. Bakın Şule Zeybek nasıl anlatıyor eserlerini: “Güneşle ayın bir arada bulunması, bahar ekinoksudur, yeniden doğuştur. Karanlıkla aydınlığın kavuşması, evrende dengelerin yerine oturmasıdır. Güneş hakandır. Ay ise eski Türklerde en az hakan kadar güçlü olan hakanın karısıdır. Bu önemli kadim sembol, toplumsal, kültürel ve kozmik bir dengeyi işaret eder.”

Şule Zeybek’in eserleri 24 Haziran’a kadar Maslak 310’da görülebilir.