Liberal paydaşlardan, İbni Haldun Üniversitesi Öğretim üyesi Halil Berktay, uzun yıllar sonra yine sahneye çıktı...

- Ancak bu seferki epey trajik, bir o kadar da komikti!

Ders verdiği üniversitenin öğrenci inisiyatifi tarafından, “Sanat Tarihi” adı altında öğrencilerini “müstehcen” ve “pornografik” görüntülere maruz bırakmakla suçlandı! Nasıl olmuştu bu iş peki? Öğrencilerin neredeyse tamamının değerlerine bağlı ve onları yaşama gayretinde olan Müslüman gençlerden müteşekkil bulunduğunu belirten öğrenci inisiyatifi, Berktay’ı “Bilinçli yozlaştırma faaliyeti” ile itham ediyor ve şöyle diyordu:

- Mescid koridoruna “müstehcen” resimler asarak “değerlere hakaret yoluyla şiddet eylemi” gerçekleştirmektedir.

Öğrencilerin “müstehcen” dediği resimler, sanat tarihinin temel örnekleri olan yüzlerce, binlerce yıllık tarihi heykellerdi!

Sanat Tarihi okuyan bir öğrencinin bu heykelleri, tarihteki yerini incelemesi tanıması, bilmesi ve o dönemlere damga vuran tanrı, tanrıça, kral vb. figürleri öğrenmesi şarttı. Şayet bu heykellere bakmak, incelemek, öğrenmek ters geliyorsa sanat tarihi okumaz, böylece bu işkenceyi de çekmezdi!

Neyse konumuz bu değil tabii; Şimdilerde “muhafazakar liberal” çizgide yayın yapan Serbestiyet’te yazan, siyasi pozisyonunu kendi ifadesiyle “Ulusalcılığa karşı çıkan AKP’nin yanı” olarak tanımlayan Halil Berktay’ın içine yuvarlandığı zavallı durum! “Türkiye’de en muhafazakar düşünce Kemalizm’dir” diyen, FETÖ’nün yayın organında yıllar yılı Cumhuriyet’e en ağır hakaretleri eden, “Ermeni soykırımı” diye yazılar döşenen bir “tarihçinin”, sosyalizmden iltica edip sığındığı mahallede taşlanması!

Bu muhterem zat hakkında neredeyse 20 yıl önce kaleme aldığım yazımdan bazı bölümleri paylaşayım, bilmeyenler öğrensin, bilenlerin de hafızası tazelensin!

Tarihçi olmak kolay değil!

“Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Halil Berktay 1915 olaylarını açıkça ‘Etnik Temizlik’ olarak gördüğünü söylüyor.

Berktay Milliyet gazetesindeki söyleşisinin daha başında, Osmanlı’nın ruh halini incelerken önyargısını yapıştırıyor:

- Kendisini hep mazlum ve kurban gören çok öfkeli ve patlamaya hazır bir Türk milliyetçiliği oluştu. 1912-13 Balkan Savaşları bu açıdan bir dönüm noktası oldu...

Berktay, daha 1. Dünya Savaşı başlamadan Yunanlılara, Rumlara yönelik etnik temizlik başladığını, 100 bine yakın Rum’un burunları kanamadan Yunanistan’a gittiklerini anlatıyor. Sonra da İzmir’de de benzer şeyler olduğunu belirterek bir tarihçiye hiç yakışmayacak şu saptamayı yapıyor:

- Bu olaylar Ermeni katliamlarının silahsız provasıdır. O sırada Ermeni tehciri planlanmıştı demiyorum ama sonuç olarak böyle bir tecrübe vardı...

Gördünüz mü tarihçiyi! Neresinden tutsak acaba? Tarihçi Berktay, Balkan harbinden söz ediyor ama yaşanan trajediden tek cümleyle olsun bahsetmiyor. Balkanlar’da 1 milyonun üzerinde Türk ve Müslüman ahalinin katledildiğini ve göçe zorlandığını görmezden geliyor. Amerikalı nüfus tarihi uzmanı Prof. Justin McCarty’nin, “1912-1922 tarihleri arasında Anadolu’da savaş ve çatışmalarda 2 milyon 462 bin Müslüman, 584 bin Ermeni ölmüştür’’ saptamasını ise hatırına bile getirmiyor!

Ama tarihçi Berktay, İzmir’de yaşanan göç olayları için “Ermeni katliamlarının silahsız provasıdır’’ yargısını kullanmaktan zerre kadar çekinmiyor!

Tarihçinin kaynağı roman olunca!

Devam edelim...

Tarihçimiz, tehcir emrinin yalnızca Doğu Anadolu’daki savaş bölgesiyle sınırlı olmadığını, İznik, İzmit ve Çorlu’dan da alınanlar olduğunu iddia ediyor.

- Buradaki anahtar cümle “alınanlar!”

Üstelik eksik söylüyor, İstanbul’dan da ‘alınanlar’ olmuştu! Yaklaşık 200 kadar Ermeni ‘bağımsız Ermeni devleti kurmak için Doğu’daki olayları kışkırtmak’ suçundan gözlem altına alınmıştı. Eğer Berktay’ın iddia ettiği gibi soykırım olsaydı, Orta ve Batı Anadolu’da yaşayan Ermeniler arasından seçmece “alınanlar” mı olurdu, yoksa tümü tehcir mi edilirdi?

Ayrıca İttihat ve Terakki içinde yüksek konumlarda bulunan ya da İstanbul’da yaşayan Ermenilere yönelik ‘emir’ olmaz mıydı?!..

Tarihçi Berktay, İttihatçıların kurduğu Teşkilat-ı Mahsusa’nın “Ermeni Soykırımı”nda başrolü oynadığını ispatlamak için de bakın ne diyor:

- Kemal Tahir, Kurt Kanunu romanında Teşkilat-ı Mahsusa fedailerinin ‘Sarı Paşa’yı yani Mustafa Kemal’i öldürmelerine nasıl ramak kaldığını anlatır.

İşte tarihçinin sarsılmaz kaynağı! Mustafa Kemal’in hem de Teşkilat-ı Mahsusa tarafından neredeyse öldürüleceğini Ermeni Soykırımı’na bağlamak için ancak Berktay olmak gerekiyor zannımca!

Asıl vahim noktaya gelelim; Berktay, “Bütün ulus devletlerin oluşumunda acılı ve karanlık sayfalar olduğunu” söylüyor.

Ermeni olayları Kurtuluş Savaşı’nın başlamasından 5, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan ise neredeyse  9 yıl önce meydana gelmişti. Tarihçimiz, hiç sıkılmadan kuruluşundan yıllar önce gerçekleşen olayları Türkiye Cumhuriyeti ile ilişkilendirmeye yelteniyor.

Tıpkı, hiç utanmadan Kurtuluş Savaşı’nı yöneten Mustafa Kemal’e, idam hükümlüsü olduğu, işgal altındaki İstanbul’da Divan-ı Harp’te ifade verdirip ‘Ermeni katliamı yapıldı’ laflarını söyleten bazı Batılı yazarlar gibi!”

Bu zat ve diğer liberal paydaşlar 2013’de iktidar tarafından tarihin çöplüğüne havale edildi. O tarihten sonra bu “tarihçi” de sahneden silindi ancak gönüllü birlikteliğini sürdürdü, tabii artık sahnede olmak yoktu!

Bu işler böyledir; kullanım tarihi dolanlar siftindikleri masalardan kalkmak, görünmez olmak zorunda kalırlar...

- İşbirlikçinin, paydaşın, tetikçinin, yandaşın, yanaşmanın asla değişmeyecek sonu budur, ama arşivler asla peşlerini bırakmaz!