Yine müjdeler art arda gelmeye başladı.

Önce Cumhurbaşkanı Erdoğan cumartesi günü Karadeniz’de yeni bir doğalgaz rezervi bulunduğunu duyurdu.

“3,5 yıl boyunca hanelerin doğalgaz ihtiyacını karşılayacak düzeyde” dedi.

Ancak enerji uzmanlarına göre bu, yeni bir keşif değil; daha önce açıklanan rezervin teknik bir güncellemesi idi.
Yani yeni değil, “yeniden”di.

Hemen ardından rota Gabar’a çevrildi.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar’la birlikte gitti bölgeye.
19 Mayıs’ta gençlerin oluşturduğu kalabalık bir grupla, kameraların eşliğinde neredeyse bir çıkartma düzenlendi.

Gabar’da yıllar önce bulunan petrolün böyle üst düzey bir heyetle numunesi alındı, barış mesajları verildi.

Ve günün en tuhaf, en simgesel anı yaşandı:
Kurtulmuş, çeşmeyi açtı ve ellerini petrolle yıkadı.

Evet, yanlış duymadınız. Yer altından çıkarılan ham petrolle el yıkayan bir Meclis Başkanı...

Bir gün sonra Enerji Bakanı yeniden sahnedeydi.

“ABD’liler, Diyarbakır’da 6,1 milyar varil petrol olduğunu tahmin ediyor” dedi.
Heyecanı büyüktü. “Müthiş bir şey bu” diye ekledi.

Art arda gelen tüm bu enerji hamleleri, adeta koreografisi yapılmış bir iletişim zinciri gibi sıralandı:
Karadeniz gazı güncelleniyor.
Gabar’da barış mesajı veriliyor.
Petrolle eller yıkanıyor.

Diyarbakır’dan “tahmin” müjdeleniyor.
Bir yandan “barış” vurgusu yapılıyor.
Diğer yandan da yaşanan derin ekonomik krizin üstü umut yüklü enerji manşetleriyle örtülmeye çalışılıyor.

Hepsi aynı haftaya, hatta bazen aynı sahneye sıkıştırılıyor.

★★★

Evet Türkiye’nin gerçekten de bir “enerji” sorunu var.

Hem dışa bağımlılık anlamında, hem de olan bitenden bitap düşmüş toplumsal ruh hali açısından.

Enflasyon dizginlenememiş, alım gücü düşmüş, gençler gelecek kuramıyor...

Bu “müjde” haberleriyle hedef bir parça da olsa umut tazelemek mi?

Yerin altı zenginleştirilerek, yerin üstündeki yoksulluk unutturulmak isteniyor olabilir mi?

Aynı zamanda PKK’nın silah bırakma süreci konuşulurken, Gabar ve Diyarbakır’dan gelen enerji mesajları acaba bir başka “mesaj” daha taşıyor olabilir mi?

“Buralar artık güvenli. Gelin yatırım yapın, gelin barışın” mesajı mı veriliyor?

Eğer gerçekten barışçıl bir süreç başlıyorsa, neden barışın simgesi petrol oluyor?
Neden insan değil, kaynak anlatılıyor?

Soru çok...

“Terörsüz Türkiye” anlatısı güçlenirken, her yeni günde yapılan yeni anketler, kamuoyunda yeni bir çözüm sürecine ciddi bir destek olmadığını da bir kez daha gösteriyor.

Toplumun geniş kesimleri, yaşananlardan sonra yeniden masaya dönüş fikrine temkinli, hatta mesafeli.
Buna rağmen siyasi iktidar, yeni sürecin zeminini bu kez petrol ve doğalgaz üzerinden inşa etmeye çalışıyor gibi görünüyor.
Ekonomik beklentiyle siyasal normalleşmeyi birleştiren hibrit bir anlatı kuruluyor.

★★★

Petrol, doğalgaz, müjde, keşif...
Bunların her biri, toplumun geleceğe dair umudunu canlı tutmak için kullanılabilir.

Ama umut yaratmak, sadece rezerv açıklamakla olmaz.
Ekonomik güven, güçlü kurumlarla, hukukun üstünlüğüyle, şeffaf politikalarla inşa edilir.

Çünkü Türkiye’nin enerji sorunu daha çok keşifle değil, daha çok güvenle çözülür.

Bu tür açıklamaların zamanlaması, içeriği ve sembolizmi tesadüf olamaz.

Petrolle ellerin yıkandığı bir sahnede, asıl yıkanmak istenen ne?
Gerçek bir kaynak mı, yoksa bir algı mı?

Toplumun “gerçek sorunlar” karşısında gitgide daha eleştirel olduğu bu dönemde, her yeni “enerji müjdesi” bir anlamda ekonomik ya da siyasal oksijen takviyesi gibi sunuluyor.
Ama oksijen tüpü boşsa, umut da uzun sürmez.

Asıl mesele şurada düğümleniyor:
Türkiye gerçekten enerjide bir bağımsızlık hikayesi mi yazıyor, yoksa siyasi bir anlatının dekoru mu inşa ediliyor?

Bu yüzden doğru soru şu:

Petrol var mı, yok mu değil...
Bu anlatılarla kimin eli, neyi aklamaya çalışıyor?