O cümleyi okuduğumda, “İşte yalın gerçek bu” dedim..

- Sen devrimini tamamlayamazsan, sana karşı devrim yaparlar!

Mustafa Kemal Atatürk sonrası Cumhuriyetin trajedisini yalnızca yedi sözcükle gayet açık, gayet net biçimde anlatıyordu!

Prof. Dr. Cahit Tan’ın, devrimle karşı devrimin çatışması ekseninde Cumhuriyet tarihini incelediği “Cumhuriyet Devrimi ve Öngörülemeyen Bugünü” başlıklı kitabının da özetiydi bu cümle...

- Ve çok ama çok doğruydu...

Bugün yaşadıklarımız, Cumhuriyetin ve de cumhurun yani halkın trajedisidir aslında...

Karşı devrimin Kısa Tarihi-100 Yıllık Hesaplaşma” isimli kitabımda ben de tam olarak bunu anlatmaya çalışmıştım. O kitapta yer alan bir anekdot, Mustafa Kemal’le arkadaşlarının, hatta en yakınında yer alan İsmet İnönü’nün arasında dahi ne denli büyük uçurumlar bulunduğunu gösteriyordu:

- Yıl 1929... Yer Atatürk Orman Çiftliği... Yoğun, yorucu bir günün ardından Mustafa Kemal ve İnönü yürüyüşe çıkmıştır... Sohbet ederek yürürlerken, Büyük Devrimci aniden durur, arkadaşına döner ve içten bir samimiyetle şöyle der: “Yahu İsmet, sen olmasaydın ben bu devrimleri nasıl başarırdım?” Bu övgüye İnönü’nün yanıtı tarihidir: “Aman Paşam, siz olmasaydınız, biz bunları düşünemezdik dahi!”

Tamı tamına da öyle oldu! Düşünemeyen, hayal dahi edemeyen kadrolar sayesinde, Mustafa Kemal’in ölümünden sonra Aydınlanma Devrimi önce durağanlaştı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından gerileme sürecine girdi ve DP iktidarı ile birlikte karşı devrim süreci başladı...

- Cumhuriyetin bugünleri, o günlerden yazılmaya başlanmıştı, kısacası!

Aydınlanma devrimi ve solun çocukluk hastalığı!

Cumhuriyet, yarım yüzyılı aşkın süre sürekli kan kaybetti...

Karşı devrimciler ise sürekli güçlendi... Ahrar Partisi’nin, Hürriyet ve İtilaf zihniyetinin devamı olan sağ partilerin yarım kalmış Aydınlanma Devrimi’ni tamamlamaları beklenemezdi doğal olarak! Onlar, ABD önderliğinde o zamanın “Yeni Dünya Düzeni”nde kendilerine verilen “Kemalist Devrimi” çökertme, elde edilen kazanımları yok etme görevini başarıyla yerine getirdiler...

Bu devrimi tamamlayacak olan biricik güç sol ve cumhuriyetçi güçlerin birliğiydi... CHP’siyle, onun solundaki partileriyle, devrimci hareketleriyle bütün sol ve Atatürk milliyetçisi güçler... Ama o yarım yüzyıllık süreç hep aynı kısır, aynı hastalıklı, aynı aptalca tartışmayla geçti:

- Kemalizm ve sol bir arada olabilir mi?.. Kemalizm solun önünde engel mi?

Bu tekerlemeyi biteviye tekrar eden solcuların önemli kısmı, 12 Eylül karşı devriminin ardından giderek liberalizme ve sağa kayacak, solun temel ögesi olan anti emperyalizm ve bağımsızlıktan vazgeçecek, “karşılıklı bağımlılık” yalanına sarılacak, daha da vahimi gerici iktidarla işbirliğine bile girecekti...

- Biz, o tarihten sonra bunlara “dönek” ve “paydaş” demeye başladık!

“Kemalizm yok edilmeli!”

Cumhuriyetin anti emperyalist kuruluş felsefesini, Aydınlanma devriminin içeriğini ve hedefini biraz anlayabilseler, Köy Enstitülerini, Halkevlerini biraz inceleseler bu soruların hiçbir anlam ifade etmediğini kolaylıkla görebileceklerdi...

Denizlerin idam sehpasındaki haykırışları bile solun önemli bölümünü sarsmaya, uyandırmaya yetmedi ne yazık ki... Ve sürekli bir bölünme, sürekli bir kavgayla geçti yarım yüzyıl! Aynı “amip sendromu” 20 yıllık bu iktidar döneminde de tepe tepe kullanıldı. Solun geleneksel “çocukluk hastalığı” bu kez “eski solcu” yeni liberal döneklerin engin desteğinde sloganlaştırıldı:

- Kemalizmden kurtulmadan olmaz!

Her türden bilimsel analizden vazgeçtim; yalnızca bu söylemi kimlerin kullandığına baksalar tuzağı anlayacaklardı! Kemalizmden vazgeçmenin, parçalanmayı, köleliği getireceğini, Orta Doğu girdabında boğulmaktan başka hiçbir şeye yaramayacağını göreceklerdi... Yalnızca Türkiye dışındaki İslam ülkelerinin içler acısı hallerine baksalar, bize dayatılan “Kemalizmden, laiklikten vazgeçin, İslamla Batı arasında köprü olun, Osmanlı’yı yeniden ihya edin” türü CIA malı telkinlerin ne denli alçakça, ne denli köleci olduğunun ayırdına varacaklardı...

- Fakat heyhat, solun “çocukluk hastalığı” kolay bitmiyor!

Uzun yıllar önce kaleme aldığım bu yazıyı birkaç değişiklik yaparak ve güncelleyerek bir kez daha paylaşmak istedim sizlerle... İstedim, çünkü bugünlere nasıl geldiğimizi, bu ağır şartları niçin yaşadığımızı, karşı devrimin pençesine neden düştüğümüzü sürekli anımsamamız ve hiç unutmamamız gerekiyor...

Bugünlere nasıl geldiğimiz olanca çıplaklığı ile ortada; yarın ne olacağı ise zaten “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” sayesinde son derece net bir şekilde görünüyor! O halde, gerçekleri bıkmadan usanmadan anlatmadan anlatmayı sürdürmeliyiz...

- Çocuklarımızın geleceği için asla unutmamalıyız!