İnsanlar mutlaka bir açıdan kendilerini eksik hisseder ve seçtikleri hayat arkadaşlarının bu boşluğu, eksikliği veya yetersizliği gidereceğini düşünürler. Hayat arkadaşlarını buna göre seçmeye çalışırlar.

Ancak, önemli olan karşımızdaki kişinin bizi tamamlamasından ziyade, bize kim olduğumuzu gösteren ve kendi benliğimizi daha derinlemesine tanımamıza yardımcı olan bir yol arkadaşı olmasıdır.

Aslında, ilişkilerimizde çoğu zaman fark etmeden karşımızdaki kişiyi değil, onun yanındayken var olan kendimizi severiz. Onun yanındayken daha canlı, daha özgür, daha cüretkar olma cesaretini bulduğumuz için ona hayran oluruz.

Belki de asıl sevdiğimiz şey, onun varlığıyla tetiklenen kendimize dair güzel hislerdir.

Oysa biz, bütün bu duyguları karşımızdaki kişiye hissettiğimiz için onu sevdiğimizi ve ona hayranlık duyduğumuzu sanırız. Yanında kendimizi daha özel, daha güçlü, daha sevilmeye değer, daha gerçek hissediyorsak, bunu o kişiyle özdeşleştirip onunla bir bağ kurarız. Bunları o kişiye karşı hissettiğimiz duygular olarak yazarız kafamıza. O olmazsa, bütün bu hissettiklerimizin var olamayacağına inanırız.

İşte bu noktada, o kişinin eksikliğiyle birlikte bu duyguların da kaybolacağına inanarak aslında kendi içsel gücümüzü bir başkasına devrederiz. Bu yüzden, biri hayatımızdan çıktığında sadece onu değil, onun yanında var olan kendimizi de kaybetmiş gibi hissederiz. Oysa gerçekte bu hisler bizde var olan ve o kişinin yalnızca açığa çıkardığı duygulardır.

Bu yüzden sevgi, iki kişinin birbirini tamamlamasından değil, birbirlerinin varlığı sayesinde kendilerini en iyi halleriyle görmelerinden doğar ve gelişir. Kendimizi daha iyi ve güvende hissettiğimiz her an, ilişki daha da derinleşir. Ve belki de bu, sevginin en gerçek halidir.

Doğanın matematiği

Doğanın kendi mucizeleri her zaman beni şaşırtmıştır. Modern dünyanın teknolojik başarıları, bilimsel gelişmeleri ve yıllar süren bilgi birikimi, doğanın en basit organizmalarının içgüdüsel yetenekleriyle karşılaştırıldığında adeta geri planda kalıyor.

BBC’nin haberine göre Japonya’da yapılan bir deneyde, amip benzeri organizmalar olan cıvık mantarlar kullanılarak Tokyo’nun metro sisteminin bir modellemesi yapılmış.

Araştırmacılar, cıvık mantarların besin kaynakları arasındaki en kısa ve verimli yolları bulma yeteneklerini test etmek için metro ağının kilit noktalarına yulaf taneleri yerleştirmişler. Başlangıçta rastgele yollar deneyen cıvık mantar, kısa bir süre sonra noktalar arasındaki en verimli ve kısa ağı oluşturmuş. Deneyin sonucunda mantarın oluşturduğu ağın, Tokyo’nun gerçek metro sistemiyle neredeyse aynı olduğu görülmüş, sadece yüzde 4 oranında bir farklılık varmış.

Çok ilginç değil mi? Bu haberi ilk okuduğumda çok etkilenmiştim.

Geliştirdiğimiz karmaşık algoritmalar bile çoğu zaman doğanın hiç çaba harcamadan kendi matematiğiyle gerçekleştirdiği harikaların yanında sönük kalıyor.