Bir ülkenin kalkınmışlığının göstergesi, insanların vicdanlarının gelişmişliğidir.

Biz bu anlamda yakın bir zamana kadar dünyanın en “gelişmiş”, en “kalkınmış” ülkeleri arasındaydık.

Toplumsal bir felakette birleşir, tek yürek olur, yaraları sarmaya çalışırdık.

Üçü-beşi hesaplamaz; elimizde avucumuzda ne varsa acıları hafifletmek için feda ederdik.

★★★

Ancak vahşi kapitalizmin ülkemizi esir aldığı son 45 yılda... Ama özellikle de son 25 yılda sadece vicdanımızı değil, insanlığımızı da kaybettik.

Depremde yıkılan evleri yağmalayanları, yardım malzemelerini ele geçirip fahiş fiyattan satanları, hatta Karadeniz’de yaşanan selden sonra çuvallanmış fındıkları kamyona koyup götürmeye çalışanları gördük...

★★★

Dün bunlara bir de “yangın fırsatçıları” eklendi.

Bu alçaklar, Kartalkaya’daki otelde meydana gelen yangın faciasında yitirdiğimiz 76 canımızın cenazelerini bile kazanç kapısı haline getirmeye çalıştı.

Bolu Belediyesi’ne ait 6 cenaze aracı naaşları il dışına götürmekte yetersiz kaldı. Bunu öğrenen felaket tüccarları il dışından gelerek ölenlerin ailelerinden nakil için cenaze başına 100’er bin lira talep etti.

★★★

Hani; Türküm, doğruyum, çalışkanım falan ama...

Ne yalan söyleyeyim; bu alçaklarla, bu insafsızlarla aynı soydan geliyor olmaktan dolayı da mahcubum!

Bu mu övündüğümüz Türklük?

Bu mu yıllardır gururlandığımız dayanışma duygumuz?

Bu mu böbürlendiğimiz insani yanımız?

Bu mu Müslümanlığımız?

★★★

Biz böyle değildik... Bu kadar vahşi, bencil ve duygusuz olmadık hiçbir zaman.

Eşimizin, dostumuzun, vatandaşımızın başına gelen felaketten çıkar sağlamak bir yana, onların acısını hafifletebilmek için elimizden gelen her şeyi yapardık.

Ama artık böyle değil...

Hani Nazım, “Akrep gibisin kardeşim” demiş ya...

“Korkak bir karanlık içindesin akrep gibi!”

Artık akrep değil, akbaba gibiyiz...

Leş kargası gibiyiz hatta...

Korkup, kendi karanlığımıza gömülsek yine iyi; büyük bir iştahla başkalarının acılarını paraya çevirme peşindeyiz...

Belki haksızlık ediyorum; belki sayıları abartılacak kadar çok değil bu mahlukların...

Ama varlar ve ne yazık ki yaşanan her felakette biraz daha artıyorlar...

★★★

Peki ne yapmalı?

Yapılacak şey basit:

Hepsi teker teker yakalanıp “yağma” ve “fırsatçılık” suçlarından yargılanmalı.

Bu tür felaketlerden sonra olay yerine koşup “para kazanma” telaşına düşen herkese haddi bildirilmeli.

Bu alçaklar Türkse... Bu kalleşler Müslümansa... Bu yaratıklar insansa...

Hepsinden istifa ediyorum.

Gereği için ilgili makamlara arz ederim!

Kayıkçı kavgası!

Giden gitti; kalanlar her zaman olduğu gibi “kayıkçı kavgası”na tutuştu.

Nedir kayıkçı kavgası?

Düşman iki kayıkçı denizde karşılaşınca kavga etmek ister ama edemezmiş... Çünkü hareket ettikçe kendileri de düşecek gibi olurmuş. Bu yüzden gayet sinirli olmalarına ragmen birbirlerini ellerindeki küreklerle kibar kibar dürter dururlarmış... Sonuçta da kavga kendiliğinden bitermiş...

Yangın faciasından sonra Turizm Bakanlığı ile Bolu Belediyesi arasında çıkan “Suçlu sensin”, “Hayır asıl suç sende” kavgası da buna benziyor.

İki taraf da nazikçe birbirini itip duruyor ama... Göreceksiniz kimse suya düşmeyecek!

Yani hesap veren olmayacak!

Oysa olması gereken, bu işle ilgili herkesin, hemen istifa etmesi!

Diyeceksiniz ki, “Burası Norveç mi ki istifa etsinler?”

Haklısınız, zaten burası Norveç olsaydı, bu yangın da çıkmazdı!

GÜNÜN SORUSU

Sorum Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı, son dört yılda yaptığı bazı sosyal medya paylaşımlarında halkı kin ve düşmanlığa tahrik ettiği gerekçesiyle tutuklayan yargı mensuplarına:

Madem Ümit Bey böyle suçlar işliyordu; neden dört yıl beklediniz?

Derdim var ama!

Cumhurbaşkanı Erdoğan...

Bu ismi yazıyorum, yazıyorum siliyorum!

Kendisine soracağım sorular var, soramıyorum.

Ondan değil, onun adına herkese savaş ilan eden savcılarından korkuyorum!

Yanlış anlaşılmasın; gözaltından, tutuklanmaktan, ters kelepçeden, başımın öne doğru bastırılmasından değil korkum... İftiralardan, kumpaslardan, dayanaksız suçlamalardan çekiniyorum.

En çok da itibar suikastine uğramaktan...

Sadece yazıp yazıp siliyorum:

Cumhurbaşkanı Erdoğan... Cumhurbaşkanı Erdoğan...

Cumhurbaşkanı Erdoğan...

Soramıyorum!

Derdim var, anlatamıyorum!

Tek bir şey biliyorum:

Özgürlüğüm bile şu anda beş para etmiyor!

Anlatabiliyor muyum?