Görev yeri Sivas’tı! 15 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile yola çıktı. Sivas’a en kısa sürede varmanın başka yolu da aracı da yoktu. 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak bastı!

9. Ordu Müfettişliğine atanmıştı. Aynı 1917’de Halep’te kurulması istenen 7. Ordu’nun başına atandığı gibiydi. Ortada 9. ordu yoktu, kur deniyordu!

Milletimiz, Ermeni ve Rum çeteleri tarafından katlediliyordu. Görev bölgesi; Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Erzincan ve Samsun, Diyarbakır, Bitlis, Elâzığ, Ankara, Kastamonu, Kayseri ve Maraş’tı. Yani Anadolu’nun doğusuydu.

Ancak İngilizler Vahdettin’e; Türkler, Ermenileri ve Rumları katlediyor, durdur diyordu! Vahdettin itiraz etmedi. Hem hükümet hem de İngilizler tarafından başarısız olması hatta ölmesi istenen tek kişi vardı!

İstanbul’dan çıkma fırsatını bulan Mustafa Kemal Paşa teklif edilen görevi kabul etti. Milli mücadeleyi başlatacağı anlaşılınca da İngiliz General Milne’nin talebi üzerine Vahdettin geri çağırdı. Mustafa Kemal Paşa, geri dönmeyince de İstanbul Hükümeti tarafından vatan haini ilan edildi!

(Bugün hala İngiliz emperyalizminin; Türkler Rumları, Ermenileri katlediyor yalanın peşinden koşanlar var. Hiç çekinmeden 19 Mayıs bayram değil Pontus Rum soykırımının başlangıcıdır diyorlar!)

Aynı dönemde Ocak 1918’de açıklanan Wilson İlkeleri, İngilizler için bulunmaz fırsat olmuştu. Böylelikle Osmanlının parçalanması hızlanmıştı. Hatta Anadolu’nun işgaline karşı olanlar dahi savunmaya başlamıştı.

Sivas’a kadar gelip kongrede savundular. Her şeyden önce vatanseverlerdi. İstanbul’un işgaline karşı olan Halide Edip’ler başka nasıl tanımlanabilirdi ki!  Vatanı böyle kurtarabileceklerini zannediyorlardı. Mandayı savunuyorlardı. Akıllarının ucundan dahi kurtuluş mücadelesi geçmiyordu!

Kafalarında Wilson İlkeleri ışığında, etnik temelde bir Türk devleti kurmak vardı. Hatta Wilson Prensipleri Cemiyeti bile kurmuşlardı. Etnik temele dayanmayan yurttaşlık temelinde bir devlet kurma fikri ise hiç kafalarında yoktu!

Bir başka etnik temelde devlet kurmak isteyenler ise Paris’e kadar gitmişlerdi. Mehmet Şerif Paşa Paris Konferansı’nda hızını alamamış, Ermeni heyeti ile iş birliği yaparak Kürdistan kurmaya çalışmıştı!

Diğer yandan çarlık emperyalizmi, Lenin önderliğinde yıkılmış, Sovyetler kurulmuştu. Anadolu’dan Rusya’ya geçip devrimi takip etmek isteyenler oldu. Karadeniz üzerinden geçtiler. Ancak geçer geçmez devrim karşıtı güçler ile temas kurulunca olanlar oldu.

CHP hariç Türkiye solu yüz yıl önce düğmeyi yanlış ilikledi ve bugüne kadar ne yazık ki aynı yanlış ile devam etti. Etnik temelde ayrı bir devlet kurmayı devrimcilik zanneden “Galiyev” taraftarları ile başlayan yol, hiçbir zaman Lenin ile buluşmadı.

Türkiye’de de Mustafa Kemal Paşa ile buluşmadı! Örnek arayanlar Çerkez Ethem’e baksınlar.

Bugün KCK’nin, Kamışlı’dan yayınladığı ve bir bölgede hangi etnik yapı çoğunlukta ise o toprakları yönetsin çağrısı, Wilson’un kırıntılarıdır. KCK’nin sözde silah bırakma bildirisi de aynıdır.

Lozan’ın gündeme gelmesi de bundandır. KCK elebaşının “Sevrci değil Lozancıyım” söylemini dile getirenlere de şaşıyorum! Açılım yıllarında destek için söyledikleri ile bildirgedeki söyledikleri birbirinden farklı değildir!

Etnik ve dinsel temelde devlet kurmayı demokrasi olduğunu zannedenler, aslında Wilson’un etnik temeldeki “halkların kendi kaderini tayin etme” ilkesini savunmaktadırlar!

Hal böyle olunca iktidara dolaylı da olsa güç verilmektedir. Kaldı ki iktidarın BOP ile ilişkisi ortadayken!

Dün “Lozan hezimettir” diyen iktidar, bugün milletten gelen tepki sonrası yeni anayasadan geri adım atmış görünüyor. Yeni anayasadan bahsetmeden belediye kanununda değişiklikten bahsedilmesi başka nasıl açıklanabilir? 

Sonuç olarak bu düzenlemenin, Cumhur İttifakı’na ve fiili ortağı DEM’e pozitif, CHP belediyelerine ise negatif yansımaları olacaktır.

Bunları yazarken aklıma her nedense Osmanlıda ademi merkeziyetçiliği yani federasyonu savunan Prens Sebahattin geldi!