Ellerindeki mülkleri, yalancı şahitlerin huzurunda satmaya mecbur bırakılıyorlardı. Birazdan geri alınmak üzere para da veriliyordu. Satış tamamlanmıştı!

Çaresizdiler! Irzlarına, canlarına ve mallarına göz dikilmişti. Satış sonrası ellerine verilen paralar gizlice geri alınıyor, sonra da mezbahaya götürülerek, bir hayvan gibi katlediliyorlardı...

O günün orta Makedonya’sındaki Poroy’da, bunlar yaşanırken Serez’de, Kılkış’da da durum farklı değildi. Balkanlarda kan gövdeyi götürüyordu...

Türkler ile Bulgarlardan geçici bir hükümet oluşmuş olsa da sonuç buydu. Türkler; bu geçici kurulun ya da hükümetin herkesin canını, ırzını, malını koruyacak zannediyordu! Oysaki Bulgarlar, orduları gelinceye kadar zaman kazanmak istemişlerdi.

O günün Kuzey Makedonya’sındaki Demir Hisar’ın Petrova ve Viterna köylerinde ise erkekleri bir camiye, çoluk çocuk, ihtiyar ve kadınları bir camiye kapatıp yakarak katletmişlerdi!

Hürriyet ve İtilaf’ın atadığı komutanın da vatana bağlılığı şüpheliydi. Belediye meclisi ise tamamen hükümetin elinde idi. Bu iki yapı, İngiliz emperyalizmi ve Avrupa büyükelçileri aracılığı ile şehri, Yunanlılara teslim etti! Hükümet, vatanda gözü olanlar ile anlaşmış, Selanik’i tek kurşun atmadan teslim etmişti...

Balkanlarda 4 milyona yakın Müslüman ve Türk katledilmişti!  Birinci Balkan Savaşı’nda İstanbul’da bulunan Fransız yazar Stephan Lausann, “Hastanın Baş Ucunda” adlı kitabında, “Ah! Fransa’nın Bruiks gemisi kaptanının, Makedonya’da Fransız jandarma komutanının ve Selanik Fransız konsolosunun, İstanbul’daki Fransız elçiliğine gönderdikleri telgrafları bir kere okumak kabil olsa idi; Hiç şüphe yoktur ki hiçbir zaman, hiçbir sarı kitapta biz, bu telgrafların neşrolduğunu göremeyeceğiz! Fakat ben bu telgrafları gördüm, gözden geçirildiği zaman hangisi olursa olsun insanın kalbinde hiç de iyi bir his uyandırmıyor.” diyordu...

Bulgarlar Çatalca’ya dayandığında ise “Camilerin eşikleri kanla biraz lekelense bile İstanbul ve Galata’da sipsivri, sapsağlam iki bina vardır. Bunlar daima kalır. Avrupa onlara hiç dokunmaz.” diye ekliyordu. Söylediği binalar, Düyun-ı Umumiye ve Galata çevresindeki bankalardı!

Hem toprak kaybedildiğini hem de milletin katledildiğini gören Talat Paşa hareket geçmişti. İstanbul Vefa’da Beşe Zade Emin Bey’in evinde toplandılar. Sait Halim Paşa, Ziya Gökalp, Kurmay Binbaşı Fethi Okyar, Cemal Paşa, Mithat Şükrü, Kara Kemal, Mustafa Necip Beyler. Enver Paşa toplantıya yetişememişti.

Toplantıda Fethi Bey, Talat Paşa’ya itiraz etmiş ve bu girişimi bir koltuk meselesi zannetmişti! Oysaki yanılıyordu.

On gün sonra tekrar toplanıldı. Fethi Okyar hariç herkes hazırdı. İlk sözü Enver Paşa aldı. “Geçen defa içtimaınızda konuşulan şeyleri hayretle haber aldım. Ben fazla konuşmaya ihtiyaç duymuyorum. Yalnız sizlerden şunu öğrenmek istiyorum. İktidardaki hükümetin memleket meselelerinde başarı sağlayacağından emin misiniz? Eğer emin iseniz mesele yoktur. Beyhude bir araya gelip konuşmayalım, hemen dağılalım.”

Haklıydı. Toprağına göz dikenlerle anlaşma ya da düşmanla anlaşanlardan hükümet olur muydu? Hayır cevabı gelince Enver son sözü söyledi.

“O halde arkadaşlar, neye duruyoruz? Hemen hükümeti devirelim.”