Resmi Gazete’de yayımlandı.
Bireysel Emeklilik Sistemi’nden (BES) sonra şimdi de Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) hayatımıza giriyor.

Ama BES ile TES arasındaki fark bir harften çok daha fazlası:
TES’e girmek var, çıkmak yok.

Yılbaşından itibaren net maaşlarımızdan yüzde 3 kesinti yapılacak.
Hem de zorunlu!

22 bin 104 liralık asgari ücretten 663 lira,
50 bin liralık maaştan 1500 lira,
70 bin liradan 2100 lira,
100 bin liradan 3000 lira.

O meşhur şarkı adıyla soralım:
Zorunda mıyım!?
Evet, zorundayız.

Sistemden 10 yıl boyunca çıkmak yasak.
Mezara kadar derler ya, tam öyle.
TES’ten tamamen çıkış, sadece emeklilik dönemi bittiğinde, ölüm ya da maluliyet durumlarında mümkün.

Bu sene yaz meyvelerini sofrasına koyamayan,
çocuğuna yeni bot almakla beslenme çantasını doldurmak arasında seçim yapmak zorunda kalanlar için...
Şimdi bir de “zorunlu tasarruf” çıktı.

Üstelik birçok uzman uyarıyor:
Bu sistem, çalışanın tek güvencesi olan kıdem tazminatını ortadan kaldırıyor.

★★★

Soru çok.

Birçok insan için “ikramiyeler” ve “kıdem tazminatı” buharlaşacaksa, devletin “tasarruf” dediği şey, çalışan için yine bir kesinti, yine bir kayıp anlamına gelmiyor mu?

Üstelik sistem, sadece tasarrufu artırmayı değil, çalışanların emeklilikte yaşayacağı gelir kaybını “telafi” etmeyi de hedefliyor.
“Emekli olana ilave gelir olsun” deniyor.

Ama problem işte tam da bu: Neden?

Devlet emeklisine yetemiyor mu?
Bu, aslında başlı başına bir itiraf değil mi?

Bir ülkenin kendi yurttaşına “ben sana yetemem, sen kendini kurtar” demesinden daha acı bir itiraf olabilir mi?

★★★

Bir daha soralım: Zorunda mıyım?
Evet, maaş kesintisini kabul etmek zorundayız.
Ama susmak zorunda değiliz.
Çocuğumuzun hakkından, rızkından kesilenlere susmaya, geleceğimizin pazarlık konusu yapılmasına göz yummak zorunda değiliz.

Bize düşen, bu ülkede her daim:
Zorunlu sabır.
Zorunlu fedakarlık.
Zorunlu sessizlik.

Yıllardır sabrettik, fedakarlık yaptık, sustuk.
Ama her yeni yasa, her yeni düzenleme, her yeni
kesintiyle bir şey daha anlaşılıyor:
Bu ülkede “zorunluluk” hep vatandaşa, “rahatlık” hep imtiyazlılara yazılmış.

Halbuki ne maaştan, ne umuttan, ne de gelecekten “tasarruf”a yerimiz kaldı.
Çünkü biz zaten her şeyden kısmayı öğrendik: Kahvaltıdan, ısınmadan, tatilden, uykudan, dışarıda içilen tek bir bardak kahveden...

Artık yeter.

Yetmez ama evet: Kartalkaya Adaleti

Kartalkaya’da 78 canımızı kaybettiğimiz Grand Kartal Otel yangını ile ilgili davada cezalar belli oldu.

Sözcü ailesinden Nedim Türkmen’i de kaybettiğimiz o yangınla ilgili otel sahibi Halit Ergün dahil 11 kişiye 34 kez müebbet ve 1096’şar yıl hapis cezsı verildi...

34 çocuk için 34 müebbet...

Aylar sonra ilk kez gözyaşları biraz olsun sevinçle karışık aktı.

Mahkeme talep edilenden daha yüksek cezalar verdi.

Ne iyi hal, ne indirim...

Ailelerin beklentisinden yüksek bir cezaydı.

Evet, bu yönüyle sevindirici.

Ama işte o meşhur cümleyle bitiyor hikaye: Yetmez ama evet.

Çünkü bu facia, yalnızca bir otel müdürünün, bir teknik personelin, birkaç alt kademe yöneticinin hatası değildi.

Göz göre göre gelen bir felaketti.

Eksik yangın önlemleri, uygunsuz ruhsat, denetim boşlukları...

Yani sadece bir bina değil, bir sistem yandı orada.

Ve şimdi, mahkeme kararları ağır olsa da akıllarda başka bir soru var:

Bu kadar hızlı verilen karar — 3 duruşmada, toplam 9-10 ayda tamamlanan yargılamagerçek adaletin mi, yoksa hızla bir günah keçisi bulmanın mı işareti?

★★★

Çünkü bu ülkede büyük facialar maalesef hep aynı senaryoyla bitiyor:

En alttakiler ceza alıyor, üsttekiler dosya dışı kalıyor...

Soma’da, Çorlu’da, Aladağ’da ve şimdi Kartalkaya’da...

Hep aynısı olmadı mı?

Oğlunu Kartalkaya faciasında kaybeden Danıştay hakimi Abdurrahman Gençbay’ın duruşma çıkışındaki sözleri de tam böyleydi.

“Danıştay, Turizm Bakanlığı yetkililerinin yargılanmasına karar verdi. Aradan bir ay geçti, başsavcılıktan hala bir hareket yok. Daha vahimi, soruşturma izni verilen dokuz bürokrat hala görevde” dedi.

★★★

9 bürokrat.

Hala imza atıyor.

Hala makamında.

O yüzden bu karar ne kadar ağır olursa olsun, ne kadar memnuniyet yaratırsa yaratsın, yarım kalmış bir adaletin hikayesi.

Çünkü asıl sorumluluk zincirine dokunulmadı.

Turizm Bakanlığı’nın “gözetim” yükümlülüğü, devletin “denetim” sorumluluğu hala dokunulmazlık zırhının arkasında duruyor.

Evet, bu cezalar önemli. Ama yetmez.

Çünkü 78 canın hesabı sadece otel koridorlarında değil, bakanlık koridorlarında da sorulmadıkça bu ülkenin adaleti yarım kalacak.

Benden bir not

Yaklaşık 2,5 yıllık Sözcü TV serüvenimde yepyeni bir heyecanla karşınızdayım.

Yeni bir sayfa, yeni bir tempo!

Hafta sonundan, haftanın kalbine...

Artık sabah saatlerinde, daha yoğun bir gündemin nabzını Para Politika’da birlikte tutacağız. Daha çok emek, daha çok sorumluluk.

Daha zinde, daha enerjik.

Sizi de bu yeni yolculukta bana eşlik etmeye, hafta içi her sabah 08.40’ta Sözcü TV ekranlarında buluşmaya davet ediyorum.