Hatırlamak, ders çıkarmak, bugünlere nasıl geldiğimizi anlamak çok önemlidir...
Bugün içinde debelendiğimiz “çukurun” mutlaka bir geçmişi, nedeni, stratejisi, tasarlanmış taktikleri vardır!
Mesela, bugünkü “cehennemin” kodları taa 2006’larda düğmesine basılan, 2008’lerde belirginleşen, zamanın Cumhurbaşkanı’nın “bana bir savcı bulun” sözleriyle başlatılan Ergenekon, Balyoz, Casusluk ve Fuhuş davaları ile özdeşleşmiştir!
Bu durumda bu kumpasları ve faillerini hatırlamak, hafızamızda her daim canlı tutmak, bu ülkenin ve çocuklarımızın geleceği için bir görevdir...
O halde gelin epey gerilere giderek niçin böylesine bir cenderenin içinde kavrulduğumuzu bir bir anımsayalım...
Krallar gibi yaşıyorlardı...
Astıkları astık, kestikleri kestikti... En az dört korumayla geziyor, lütfedip medyanın karşısına geçtiklerinde aynı tip, kapkara gözlükler takıyorlardı...
İtibarları o kadar yüksekti ki, zamanın Başbakanı bile üstlerine titriyor, “Zırhlı Başbakanlık Mercedes’ini” dahi içlerinde “en kara gözlüklü” olana tahsis ediyor, yetinmiyor o tarihe kazınan cümlesiyle destek veriyordu:
- Ben de bu davanın savcısıyım!..
Elhak, işlerini gayet iyi becerip, kendilerine güvenenleri mahcup etmediler... Yaptıklarının ne kadar sahte ne denli yalan, nasıl da alçakça bir kumpas olduğu yüzlerce belge, onlarca “bilirkişi raporu” ile ortaya çıkmasına karşın, tınmadılar bile... Kilitlendikleri “orduyu çökertme, sesini çıkarabilecek aydınları, gazetecileri içeri tıkma, diğerlerine gözdağı verme” hedefine gözlerini kırpmadan ilerlediler...
Özel yetkili savcılar, hakimler, özel seçilmiş ve kilit noktalara yerleştirilmiş polis şefleri, “al gülüm-ver gülüm” metoduyla istedikleri herkesi, hem de yeri geldiğinde yüzlercesini toplu halde tutuklayıp, “Silivri Toplama Kampı’na!” tıktılar...
Sıfatı, “gazeteci”, “yazar” olan haysiyetsiz mahluklar da karanlık kuytularda elden aldıkları “kopyala-yapıştır” düzmece belgelerle yüzlerce insanın haysiyet cellatlığına soyundular... Hiç utanıp sıkılmadan “camileri bombalayacaklardı”, “çocukları havaya uçuracaklardı” manşetleri döşendiler... Ellerinde, “içi doldurulmuş” bavullarla medyanın önüne çıkıp poz bile verdiler...
Bunların zulümleri altında, olanları onuruna yediremeyen şerefli Türk subayları intihar etti. Bunların topunu cebinden çıkaracak haysiyetli insanlar, kanser olup, kalp krizi geçirip öldü. Ülkenin yüz akı yurtseverler beş yıl, altı yıl, yedi yıl zindanlarda çürüdü...
- Sonra, bir gün “Pandora’nın kutusu” açılıverdi!
Kaçaklar ordusu!
Yıllarca “aynı yolda beraber yürüyenlerin” arasına “güç savaşı” girdi...
Yıllar sürecek “kanlı savaşın Ti borusu” çalar çalmaz o güzelim “itibarlı günler” de sona erdi tabii... Bir zamanlar “kahraman” diye alkışlanan “özel uşaklar” bir kenara atılıverdi, doğal olarak...
Ergenekon, Balyoz, Casusluk ve Fuhuş davalarının ne yaman komplolar olduğu bir bir ortaya döküldü! Başbakan’ın en yakınındaki zat “olan biten kumpasmış” bile demişti, iyi mi!.. Eh, bu mesajı alan yanaşmalar ne yapsın, hep bir ağızdan “kandırıldık” diye haykırmaya başladılar... Bir televizyon programında, bunlardan birine, “ne kadar süre kandırıldınız?” Diye sormuştum. Hesaplayıp, kumpasın başladığı tarihe işaret ederek, “6 sene” yanıtını verince. Ben de şunu söylemiştim:
- Siz Kırmızı Başlıklı kız mısınız birader? O bile en kısa sürede babaannesi sandığı kişinin aslında kurt olduğunu anlamıştı!
Sonrası, bu uşakların ne kadar korkak ne denli boş ve alçak olduğunu göstermesi açısından çok önemli... En kahraman Rıdvan, pardon savcı olarak alkışlanan Zekeriya Öz, tutuklanmasına saatler kala Gürcistan Sınır Kapısı’ndan tüymüş, ardından “FETÖ’cü” medyada “Hicrete gitti” nağmeleri düzülmüştü!
Sonra gördük ki, Hicrete giden gidene; Savcı Celal Kara, FETÖ iddianamesinde “2 numara” olarak yer alan Emre uslu, Adem Yavuz, Önder Aytaç, Zaman gazetesinin anlı şanlı eski Genel yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı çoktan “Hicret yolunu” seçmişti!
Bu zevata, Ergenekon soruşturmasını Zekeriya Öz’den, devralan Savcı Fikret Seçen de eklenmişti tabii...
Bu “kahraman muhterem” de, HSYK tarafından açığa alındığı gün, hiç vakit kaybetmeden KLM uçağına binip “Hicret” edivermişti! O tüydükten hemen sonra ise hakkında yurtdışına çıkış yasağı konmuştu, iyi mi! Ne derlerdi böyle durumlarda? Geçmiş olsun!
Haa, bu arada, örgütün pek ehemmiyet vermediği, “harcanabilir” zevat ise, bir zamanlar yurtseverlerin çürüdüğü Silivri zindanlarında çile dolduruyor. Hep böyle olur zaten:
- Tarihin çöplüğü, kullanıldıktan sonra buruşturulup atılan “dipnotu” bile olamayacak piyonlarla doludur!
Hayalleriyle yok olacaklar!
Yurtdışına tüyen alçaklar şu sıralar melanetlerini sığındıkları batılı dostlarımızın ülkelerinde sürdürüyorlar...
Tekrar “gücü ele geçirmenin” hayaliyle yanıp tutuşuyorlar... Bu arada da Fethullah’ın artık iyice elden ayaktan kesilmesi, mezarın dibine kadar gelmesi nedeniyle de büyük parsayı kapmak için birbirlerini yiyorlar. Ancak bu hayal suçsuz insanları, yurtseverleri zindanlara ya da ölümlere sürüklerken pek severek kullandıkları o meşum cümledeki gibi “hayatın olağan akışına uygun değil” ne yazık ki!
Ya da çok sevdiğim Çin atasözünde belirtildiği üzere...
- Aynı suda iki kez yıkanılmaz!