Yıllar önce şöyle bir soru sormuştum:

- Bilin bakalım, Türkiye’de kaç tane Suriyeli sığınmacı var?
Yalnızca size değil, bu ülkenin başta en büyük Türk büyükleri olmak üzere, irili ufaklı tüm yetkililerine de sormuştum:

- 3 milyon mu, 4 milyon mu, 5 milyon mu?

Pekii, bu soruyu niçin sormuştum? Çünkü adım gibi emindim ki, bu ülkede hiç kimse gerçek sığınmacı rakamını bilmiyordu! Zaten bilmelerine de olanak yoktu; ilk büyük akından sonra, toplu olarak gelenlerin dışında, yolgeçen hanına dönmüş sınırlarımızdan giren çıkanın bilinmesi mümkün değil!..

Devam edelim; bu sığınmacıların nerelerde yaşadıkları, barındıkları ne yedikleri ne içtikleri, geldiklerinden bu yana ne iş yaptıkları, nasıl geçindikleri, gelen nüfusa kaç bebeğin katıldığı, büyüyen çocukların hangi işlerde çalıştırıldığı biliniyor muydu peki? Kolay soruydu; devletin kontrolündeki kamplarda ya da yerleşim yerlerinde belki, geri kalanında hayır!..

Yalnızca etrafınıza bakmanız yeterliydi; parklar, depolar, yıkıntılar, parası olanlar için kiralık evler hep onlarla doluydu... Sahil şeritleri, özellikle Ege kıyıları ise şişme botlarla Avrupa’ya kaçmaya çalışan ve çoğu ölen zavallı insanlarla dolup taşmış durumdaydı.

Bu iktidar hangi politika sonucu milyonlarca insanı kabul edip, böylesine bir sefalete ve ölüme yatmalarına yol açtı, kendi halkını da yokluğa işsizliğe terk etti diye soracak olursanız, yaşananlar bazı güçlü ipuçları veriyordu tabii...

Avrupa’nın ölümüne korktuğu “mülteci akını” başlıca nedenlerden biriydi. Zamanın Başbakan sıfatlı muhtereminin Avrupa Birliği yöneticileriyle, Brüksel’de yaptığı toplantıdan ne çıkmıştı?

- Al 3 milyar Euro, tut sığınmacıları... Ayrıca sana vereceğiz vize muafiyeti.

Eğer iş paradaysa, bizimkilerin açıklamasına göre bugüne dek harcadığımız para zaten milyarlarca doları bulmuş durumdaydı... Öyleyse yalnızca para olamazdı mesele; bu sığınmacıları, amaç neydi peki? “Koz” olarak kullanmak mı, ucuz işgücü durumu mu, yoksa bilmediğimiz daha derin meseleler mi?

- Ben bilemedim, siz buyurun lütfen!

Nazi Avrupası!

Peki ya Avrupa’nın tutumu neydi dersiniz?

- İki sözcükle özetlersek “insanlık dışı!”

Öyle gözleri dönmüş durumdaydılar ki; Avrupa’nın sınır ülkesi olan Yunanistan’a artık açıktan hakaret ve tehdit savuruyorladı... Almanya içişleri Bakanı Thomas de Maiziere, Yunanistan’ın “ev ödevlerini” yapmak zorunda olduğunu, Almanya’nın önümüzdeki haftalarda “kalıcı, hissedilir ve sürdürülebilir” bir azalma görmek istediğini söyleme cüreti gösterebiliyordu... Avusturya İçişleri Bakanı Johanna Mikl-Leitner ise daha da ileri gidiyor ve Yunanistan’ı Shengen dışında bırakma tehditleri savuruyordu!

Bu insan olanın utanç duyacağı tehditlere, sığınmacılardan sorumlu Yunan İçişleri Bakan Yardımcısı Yannis Muzalos, Avrupalıların “ne mal olduğunu” ima eden bir açıklamayla yanıt vermişti:

- Devletler hukukuna, Cenevre Konvansiyonu’na, Avrupa ve Yunan hukukuna göre bir deniz sınırında yapabileceğiniz tek şey, insanları kurtarmaktır. Bazı AB ülkeleri, sığınmacılar boğulsun düşüncesinde mi diye kendime soruyorum!..

Bakan yardımcısı bu korkunç düşünceyi dile getirirken hiç de yalnız değildi; Alman Emder Zeitung gazetesi de aynı soruyu soruyordu:

- AB İçişleri Bakanları Yunanistan’a baskı yapıyor, sınırlarını daha iyi korumasını istiyor. Ama Yunan donanması, kapasitesinden fazlasını taşıyan, sığınmacı dolu bir tekne kıyıya yaklaşınca ve geri dönmeyi reddedince ne yapsın? Tekneyi batırsın mı?

- Ama “Büyük Medeniyet” tınmıyordu bile!..

75 yıl öncesinin barbarlığı!..

Bırakın biraz vicdan muhasebesi yapmayı, yeni argümanlar geliştirmeye bile başladılar...

Mesela Büyük Britanya’nın Galler bölgesinde dahiyane bir buluşa imza atan yetkililer, mültecilere “renkli bileklik” zorunluluğu getirmişti. Hani NAZİ Almanya’sında Yahudilere “sarı yıldız” takma zorunluluğu vardı ya, işte öyle bir uygulama!

Peki bilekliği takmazsa ne oluyordu? Aç kalıyordu, yani yemek alamıyordu, iyi mi! Zaten göçmenlerin çalışması da yasaktı. Kısacası, “sizi yakında postalayacağız” demenin Galcesiydi! Korkarım bir sonraki aşama daha da dehşet verici olacaktı:

- Gestapo Rejimi!

Büyük Uygarlık buraya kadardı! Bu yazı geçmişten gelen, sapına kadar gerçek bir çığlık! Aradan uzun yıllar geçti; sonunda namuslu bir parti liderinin, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın, yıllarını harcayarak, iğneyle toprak kazarcasına uğraşarak, kitaplar yazarak ortaya çıkardığı sığınmacı ve kaçakların gerçek sayısını öğrendik:

- En az 13 milyon!

Başta Suriye, Afganistan olmak üzere dünyanın dört bir tarafından, adını bile bilmediğiniz ülkelerden, elini kolunu sallayarak ülkemize doluşan en az 13 milyon sığınmacı ve kaçaktan söz ediyordu Özdağ!

Bitmedi; iktidarın Dışişleri Bakanı Hakan Fidan “kardeşlerimiz” başlığı ile övünerek açıkladı:

- 1 Eylül’den itibaren 15-50 yaş arası Iraklılar da Türkiye’ye vizesiz gelebilecek!

Ümit Özdağ, bu gidişle, beşer altışar doğuran ve yeni gelecek olanlar sayesinde 2040 yılında sığınmacı-kaçak nüfusu en az 21 milyona yükseleceğini de açıkladı!

Bunun sonucu ne olacak biliyor musunuz? Türkiye’nin demografisi yani nüfus dengesi iyice bozulacak! Peki, o zaman ne olacak derseniz, onu da büyük bir kaygıyla Özdağ dile getiriyor:

- Bir iç savaş tehlikesinden çok endişeliyim!

Nasıl buldunuz? İyi uykular Türkiyem!