Her skandal, bir sonrakine kadar gündemimizde.

Bir sabun köpüğü misali: Parlıyor, patlıyor, sönüyor.

Geçen hafta yer yerinden oynadı... Sahte diploma çetesi ne oldu?

Hatırlayan var mı mesela? Yenidoğan’da ölümlere yol açan hastane skandalı hangi aşamada?

Kartalkaya davası sürüyor mu?

Hepsi bir süre konuşuldu, sonra rafa kalktı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in “İBB borsası” ifşaları da aynı riskle karşı karşıya.

Murat Kapki iddialarında adı geçen avukat Mücahit Birinci’nin AKP üyeliğinden istifa etmesi önemliydi.

Ama nasıl ayrıldı? “Gördüğüm lüzum üzerine” diyerek...

O “lüzum”u Özgür Özel olmasaydı asla öğrenemeyecektik.

Düzen kurulmuş, işler yolunda gidiyordu.

Bir önceki ifşadaki isim, avukat Mehmet Yıldırım’ın hikayesi daha da çarpıcı:

İddiaya göre yurt dışına kaçarken gözaltına alındı, birkaç saat içinde ev hapsine çıkarıldı.

“Yargının ne kadar hızlı çalıştığının” (!) son örneği oldu.

Özel, benzer şantajlara maruz kalanların da ortaya çıkmasını istedi.

Ve geldi: Oğlu, yeğeni, ağabeyi tutuklu olan İBB Spor Kulübü Başkanı Fatih Keleş ikinci bir Mücahit Birinci vakasını ifşa etti.

Kendisinden yalan beyanda bulunmasının istendiğini, ailesiyle tehdit edildiğini söyledi.

Üstelik isim de verdi.

Ders almak yok

Sadece bir başka örnek.

17 Ağustos’un 26. yılını geride bıraktık.

8,8 büyüklüğündeki deprem Rusya’da milim oynatmazken, biz hala 6,1’de yıkılan binaları, ağır hasar raporlarını tartışıyoruz.

Deprem ülkesinde yaşıyoruz ama ders almıyoruz.

Müteahhitler kaçıyor, AKP’lilerin villalarında yakalanıyor.

Çoğunun siyasetle bağı var.

Hesap sorulmadıkça, sabun köpükleri sönüyor, yeni köpükler üfleniyor.

Sistematik çürüme

Tüm bu tablo tekil skandallardan ibaret değil.

Bir mekanizma var: Sahte diplomadan belediye operasyonlarına, depremde yıkılan binalardan şantaj tezgahlarına kadar işleyen bir düzen.

Yargı, siyaset ve çıkar grupları iç içe geçmiş.

Hastanelerde ihmaller, çocuk ölümleri, üniversitede sahte diplomalar, çetelere karışan polisler...

Her şeyi normalleştiren bir toplum olduk.

Çünkü “daha kötüsü gelebilir” duygusuna alıştırıldık.

Bugün unuttukça, yarın yeni bir skandal için yer açıyoruz.

Ve bütün bunlar bizim suskunluğumuzdan, kanıksayışımızdan güç alıyor.

Skandalların ömrü üç günle sınırlı olduğu sürece, çürüme kalıcılaşıyor.

Gerçek şu: Türkiye’nin sorunu yalnızca “skandal bolluğu” değil, hafızasızlık.
Her şeyin normalleştiği bir ülkede aslında hiçbir şey normal değil.

Turp ilen şalgam düzeni...

Yozgat’ın Aydıncık ilçesinde CHP İlçe Başkanı Sadık Erdoğan, para etmeyen 150 çuval patatesi köy meydanına döktü, ihtiyaç sahiplerine dağıttı.

Çiftçinin feryadını görünür kılmak istemişti, soruşturma açıldı.

Hakkındaki suçlamalar “piyasa dengesini bozmak”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik”, “Cumhurbaşkanına hakaret.”

17 milyon liraya kadar para cezasına çarptırılabilir...

Öyle bir piyasa ki, 150 çuval patatesle sarsılabiliyor!

Peki ekonomi bu kadar kırılgansa, asıl ceza kime kesilmeli?

Bu soruya yanıt veren yok.

Sadık Erdoğan’ın cevabı gerçeği yalın biçimde özetliyor.

“Keşke soruşturma açmak için harcadıkları zamanı, çiftçinin sorunlarını dinlemeye, çözmeye harcayan bir sistemimiz olsaydı.”

Öyle haklı ki...

Sorun ortada: Çiftçi ürününü satamıyor, emeği çürüyor.

Ama devletin refleksi çözüm değil, sesi bastırmak oluyor.

Aynı şehirde, CHP’nin düzenlediği mitingde bir çiftçinin sözü sloganlaşmıştı: Turp ilen şalgam ilen devlet yönetilmez.

AKP’nin kaleleri işte tam da bu yüzden, çiftçinin bu sesi duyulmadığı için bir bir yıkılıyor.