Ruj, basit bir kozmetik üründen çok daha fazlasıdır. Tarih boyunca kadınlar için güç, özgüven ve kendini ifade etme biçimi olmuştur. Marilyn Monroe’nun kırmızı ruju bunun en bilinen örneğidir. Bu sadece estetik bir tercih değil, özgüvenin, zarafetin ve meydan okumanın birleşimidir.
Rujun tarihi, kadınların toplum içinde görünür olma mücadelesiyle paralel ilerler. Binlerce yıl önce Mezopotamya’da ezilmiş taşlardan yapılan ilk rujlar, süs eşyasından çok statü göstergesi olarak kullanılıyordu. Antik Mısır’da Kleopatra’nın kurutulmuş böceklerden elde ettiği kırmızı pigmentleri dudaklarına sürmesi hem cazibenin hem de gücün sembolüydü. Yüzyıllar geçmesine rağmen ruj, hâlâ kadının en küçük ama en güçlü sembolü.
Bugün kırmızı ruj cesareti, pembe zarafeti, koyu tonlar ise kararlılığı anlatır. Psikolojik araştırmalar, ruj süren kadınların kendilerini daha güçlü, özgüvenli hissettiklerini söylüyor. Bu durum, ekonomik kriz dönemlerinde dahi değişmiyor.
Tarihte savaş, salgın ya da ekonomik durgunluk zamanlarında ruj satışlarının düşmemesi, bu gerçeğin dikkat çekici bir göstergesi.
Hatta ekonomide “ruj etkisi (lipstick effect)” diye bir terim var. Bu terim ilk kez 2000’li yılların başında Estée Lauder’in CEO’su tarafından kullanılmış. Şirket, 2001 yılında ekonomik kriz sırasında lüks ürün satışları azalırken ruj satışlarının arttığını fark etmiş ve ekonomik kriz anlarında insanların pahalı tatiller, mücevherler veya elektronik eşyalar almak yerine, kendilerini iyi hissettiren küçük lükslere yöneldiğini keşfetmişler.
Başka bir değişle ruj, sadece bir estetik unsur değil, insan davranışının derin bir yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Zor zamanlarda bile insanlar, küçük bir renk dokunuşuyla kendilerini yeniden tanımlayıp, hayata tutunmanın yollarını buluyorlar. Belki de bu yüzden ruj, hem psikolojinin hem ekonominin kesiştiği yerde sessiz ama anlamlı bir sembol olmuş.
Bir bebeğin gülüşü
Çoğumuz “SMA” denince sadece yardım kampanyalarını hatırlıyoruz. Oysa bu hastalık, erken fark edildiğinde tedaviyle yavaşlatılabilen ama geç kalındığında yaşamı tehdit eden bir hastalık.
SMA’nın açılımı Spinal Musküler Atrofi. “Spinal” omurilikle, “Musküler” kaslarla, “Atrofi” ise kas erimesiyle ilgilidir. Yani SMA, omurilikteki sinir hücrelerinin görevini yapamaması nedeniyle kasların zamanla güçsüzleştiği bir hastalıktır. Hareket etmek, nefes almak, hatta gülümsemek bile zorlaşır.
Dünyada her 10.000 bebekten biri, Türkiye’de ise biraz daha fazlası SMA ile doğuyor. Hastalık kalıtsaldır; anne ve babanın ikisi de taşıyıcı olduğunda ortaya çıkıyor. Bu yüzden taşıyıcılık testleri çok önemli.
★★★
Çınar Kirazoğlu henüz beş aylık minicik bir bebek... ama içinde koca bir yaşam isteği taşıyor.
Daha yedi günlükken SMA Tip 1 teşhisi konmuş. Bugün Çınar hâlâ gülüyor. Çünkü ailesi onun gülüşünü korumak için var gücüyle mücadele ediyor.
Günler saatlerle yarışıyor. Ulaşmaları gereken bir tedavi var; pahalı, zor ama mümkün. Ve o “mümkün” kelimesi, bir ailenin umuduna dönüşmüş durumda.
Ailesi bu tedaviye ulaşabilmek için valilik onaylı bir kampanya başlattı ve büyük bir kısmı tamamlandı. Geriye az bir yol kaldı ama zamanla yarışıyorlar.
Bu bir yardım çağrısı değil. Bu, bir farkındalık çağrısı. Çünkü bazen bir bebeğin hikâyesini duymak bile bir hayatı değiştirebiliyor.
Çınar’ın hikâyesi hakkında daha fazla bilgi almak ve bu mücadelenin bir parçası olmak isteyenler, babası Mehmet Kirazoğlu’nun sosyal medya hesabından
(@tmehmetkirazoglu) takip edebilir.
Orada hem gelişmeleri hem de bu mücadelenin en samimi hâlini göreceksiniz.