Hepimiz zaman zaman karşımızdaki insanlara kırılırız, özellikle de değer verdiklerimize. Çünkü bu kişilere daha çok güveniriz ve onlara karşı daha savunmasız davranırız.
Değer verdiğimiz insanlara duygusal olarak bağlı ve fedakâr olduğumuz için, onlardan beklentilerimiz de diğerlerine göre daha yüksektir.
Doğal olarak bu kişilerin de bizi anlayacaklarını, duygularımıza saygı göstereceklerini ve güvenimizi sarsmayacaklarını düşünürüz. İş böyleyken, bu kişilerden gelen bir ihmal, saygısızlık ya da incitici bir davranış bizde derin bir hayal kırıklığı yaratır.
Böyle bir durumda, yapılan haksızlığın veya saygısızlığın karşılığında bir özür bekleriz. Çünkü özür, hata yaptığını kabul etmenin önemli bir adımıdır ve pişmanlık göstergesidir.
Özür dilemek, kişinin seni kaybetmek istemediğini, bir yanlış yapsa da sana hâlâ değer verdiğini ifade etmesinin bir yoludur. Ancak, karşımızdaki kişinin bizdeki yeri, yapılan hatanın büyüklüğü ve duygusal olarak açtığı yara, affetme sürecini belirler.
Özür dilemek, evet, önemli ve belki de ilk adımdır. Fakat bu adım, kalpte açılan yarayı tamamen iyileştirmeye yeter mi?
Bir kalp kırıldığında, eskisi gibi olması bazı durumlarda zaman alır; bazen de hiç mümkün olmaz. Bu yüzden, özür dilemek her zaman affedilmeyi garanti etmez.
Neden mi?
Çünkü insanlar bazen özrü, gerçekten pişman oldukları için değil, sadece sorunu hızlıca çözmek amacıyla bir kaçış yolu olarak kullanır ve siz bunu bilirsiniz.
Ayrıca, her haltı yiyip özürle sıyrılmak, özrün samimiyetini ve değerini ortadan kaldırır. Sürekli aynı hataları tekrarlayıp sonra özür dilendiğinde özrün bir anlamı kalmaz. Özür, hatayı kabul etmek ve bir daha yapmamak için verilen bir söz olduğunda anlamlıdır.
En önemlisi ise, insanlar kırıldıklarında güven ve sevgi duyguları zarar görür. Zamanla yaralar iyileşebilir, fakat o ilk kırılma anında hissedilen hayal kırıklığı ve duygusal acı iz bırakır. Ne kadar içten özür dilense de, o eski güveni ve masumiyeti geri getirmek pek mümkün olmaz.
Belki de bu yüzden, bir kalbi kırmamak, kırdıktan sonra tamir etmekten çok daha değerlidir.
Cesur bir adım
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin iktidara gelmesi durumunda Türkiye’nin 10 yıl içinde Avrupa Birliği’ne üye olacağını, fiyatlarda köklü bir düzenlemeyle bir “sıfır” atılacağını ve büyük boy rakının 140 liraya düşeceğini söyledi. Sözleri gerçekten de kulağa hoş geliyor.
Özgür Özel, belki de ilk kez bu denli cesurca bir açıklamada bulunarak bazı çevrelerin tabularını yıktı. Tutucu seçmene şirin gözükmek için bu ülkede özgürce rakı içenleri yokmuş gibi yapmadan, laik bir ülkenin değerlerine yakışır net bir söylemde bulundu.
Laik Türkiye’nin gereği olarak, bireylerin yaşam tarzlarına saygı duyulması gerektiğini savunan, büyük bir kitlenin sesi oldu. Aslında olması gereken tam da budur: Halkın farklı yaşam tarzlarını kucaklayan bir siyaset anlayışı. Ötekileştirmeden, yargılamadan kucaklamak.
Özgür Özel’in bu açıklaması, sadece cesur bir çıkış değil, aynı zamanda gerçek normalleşmenin bir işareti olarak görülmelidir.