Korkusuz
Ümit Zileli

Ötekileştirilen düşmanlaştırılan bir zavallı ülke!..

Biz çocukken çok mutluyduk, çook!..

Çok güzel bir mahallemiz, çok güzel bir okulumuz, çok güzel öğretmenlerimiz, çok güzel arkadaşlarımız vardı... Bakkalımız, kasabımız, manavımız, terzimiz, saat tamircimiz, postacımız da çok güzel insanlardı...

Mesela bakkal Rüstem Amca, mahallenin veletlerinin hemen kasanın yanında bulunan kavanozdan şeker aşırmasına sesini çıkarmak bir yana, bile bile göz yumardı!.. Örneğin saat tamircisi Kirkor Efendi, adıyla dalga geçmemize, “Kirkor Amca, krikoyu açsana” diye tempo tutmamıza, gülerek “Sizi gidi keratalar” diye yalandan kızarak karşılık verirdi.

Bizden sürekli istediği tek şey sokak hayvanlarına iyi davranmamız, yiyecek vermemizdi o kadar!..

Türkçesi bizimkinden birazcık farklı Diyarbakırlı Hasan’ın adı aramızda “Hüsso” idi... “Ula Hüsso napirsen” diye takıldığımızda önceleri kızardı. Sonra müthiş zekasını kullanıp o da hepimize bir lakap takmıştı... Benimkini mesela soyadımdan esinlenerek “Zilli” takmıştı!.. Solomon’un adı “Salam”, Yaman’ın lakabı ise “Yalama” olmuştu... Kahkahalarla takılırdık birbirimize...

Hiç kimse için diğerinin ne olduğu, nereden geldiği, mezhebi, ırkı zerre kadar değer taşımazdı; aklımızın ucundan bile geçmezdi!.. Sonra büyüdük... Biz büyürken mahallemiz, okullarımız, kentimiz, ülkemiz de değişiyordu... Henüz farkında değildik ama bu değişimden biz de nasibimizi alıyor, değişiyorduk!...

-Ülkemizin üzerinde kapkara bulutlar birikiyordu!..

Kamplara ayrılan ülkenin evlatları!..


Gençliğimizin en güzel yılları kavgalar, cinayetler, suikastlar, kumpaslarla geçti...

Sonra, güya bu kaosu durdurmak için “elin desteği” ile tezgahlanan askeri darbe geldi!.. Millet, ölümlerden, kavgalardan o denli çekmiş, o kadar bıkmıştı ki, darbeyi neredeyse göbek atarak karşıladı!..

-Halbuki asıl felaket, asıl acı henüz başlıyordu!..

Yıllar yılları kovaladı... Bir zamanların arkadaşları, dostları bambaşka yerlere savruldu. Kahkahalar attığımız o güzelim günler çocukluk yıllarımıza sıkışıp kalmıştı.

Bulunduğumuz coğrafyayı değiştirmeye, hallaç pamuğu gibi atmaya azimli güçler, ülkenin evlatları arasına bir karabasan gibi girmeyi başarmıştı!..

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte yeraltına inen o kafa, yıllar içinde palazlanmış, Cumhuriyete ihanet edenler sayesinde iktidara uzanmıştı bile. İşte bu dönem, geri kalan tarihimizin tümüne rahmet okuttu!.. Ülke tarihinde görmediği biçimde bir ayrımcılığın, ötekileştirmenin, düşmanlığın tuzağına çekildi... Bu güzelim ülkenin topraklarında, birbirinden adeta nefret eden topluluklar yaratıldı ne yazık ki...

-Adeta düşman kardeşler ülkesine dönüşmüştük!..

Vahim ötesi bir araştırma!..


Bu acıklı öyküyü niye anlattım biliyor musunuz?..

Bilgi Üniversitesi’nin 2015-2017 yılları arasında TÜBİTAK desteğinde yaptığı, gençler arasındaki korkutucu ötekileştirmeyi ortaya koyan araştırmayı yıllar sonra bir kez daha anımsadım da ondan!.. 18 ilden 18-29 yaş arasındaki gençleri temsil eden 1224 gençle yüz yüze yapılan anketin adı şöyleydi:

-Ötekileştirmeyi Anlamak: Türkiye’de Gençlerle  Empati ve Eşitliği Tartışmak.

Araştırmanın sonuçları ne yazık ki ne empatiyi ne de eşitliği anlatıyordu! Tek anlattığı gençler arasındaki “sosyal mesafenin” giderek açılmakta olduğuydu!..

Gençler “Biz” derken neden söz ettiklerini şöyle açıklıyordu öncelikle:

-Yüzde 93 aile, yüzde 76 Türkler, yüzde 69 eğitimli insanlar, yüzde 57 aynı şehirde yaşayan insanlar...

Sonrasında ise Atatürkçüler/Kemalistler, laikler, modern insanlar, dindarlar, muhafazakarlar, Kürtler, ülkücüler, Aleviler, Geziciler, azınlıklar olarak ayrışıyordu... Peki “Biz”den saymadıklarıyla ne kadar “temasta” bulunuyordu dersiniz?

-Gençlerin yüzde 23’ü mahallede, yüzde 19’u okulda en uzak hissettikleri grupla karşılaşıyor ve bu grupla sohbet ettiğini, arkadaş olduğunu söyleyenlerin oranı ise yalnızca yüzde 12!.. Misafirliğe gidenlerin oranı ise yüzde 10!..

Gelelim araştırmanın en vahim ikinci bölümüne; birbirleriyle görüşmeye, konuşmaya bile çekinen bu gençler “Ötekilerle ne yapmaz?” sorusuna... İşte yanıtlar:

Yüzde 90.3’ü kızlarının evlenmesine izin vermez... Yüzde 83.5’i çocuklarının çocuklarıyla arkadaşlık etmesine izin vermez... Yüzde 83.5 diğer grup üyeleriyle iş yapmaz... Yüzde 80.4’ü komşu olmak istemez... Yüzde 80’i iş vermez...

Görüyor musunuz tabloyu? Hani üstünü kapatıp yalnızca oranları gösterseniz, bir başka düşman ülke halkından bahsediyorlar sanırdınız!.. İşte uzun yıllar süren “ayrımcılık- ötekileştirme” sonucunda vardığımız yer burasıydı!..

Araştırma, birbirleriyle temas eden, tiyatro ve benzeri etkinliklerde bulunan gençlerin diğerlerine kıyasla daha az ötekileştirme algısını taşıdıklarını da gösteriyordu... İşte bu yüzden birileri var gücüyle bu “teması” önlemek için hala büyük uğraş veriyor!..

Toplum bu yüzden yavaş yavaş çürüyor, millet olma özelliğini giderek yitirip, cemaatleşiyor, güruh haline dönüşüyor...

-Yazık, günah bu ülkenin evlatlarına!..

Bu halk bunu yapmaya muktedirdir!


Yaklaşık beş yıl öncesinin bu vahim tablosu bugün hangi noktalara kadar ulaştı, bilemiyorum, elimde yeni veri yok!

Ancak bu, sonu paramparça olmaya doğru giden vahim tabloyu değiştirmenin formülünü gayet iyi biliyorum; tekrar halk olabilmek, tekrar mutlu, güzel bir ülke olabilmek için biricik formül belli:

-Birlik olmak, karanlığı kovmak!

Dünyanın en güzel ülkesinde, refah içinde mutlu yaşamak, çocuklarımızı güvenle yetiştirmek için ne yapılması gerektiğini bu halkın en iyi şekilde bildiğine ve yapacağına güvenim tam...

-Tarih, bana yanılmayacağımı ispatlıyor!