Pekin’de düzenlenen Zafer Günü geçit töreni... Hayatta olduğu 72 yılın 26’sını Rusya’yı yöneterek geçiren Devlet Başkanı Vladimir Putin ve yaşıtı Çin Devlet Başkanı Şi Jinping, yan yana tören alanına giriyor.

Çevirmenleri aracılığıyla sohbet ediyorlar. Kameralar kayıtta.

Şi, “Eskiden 70 yaş üzeri nadirdi, bugün hala çocukluk sayılır” diyor.

Putin, “Organ nakilleriyle genç kalmak mümkün, ölümsüzlük ihtimali var” diye yanıt veriyor.

Şi’nin cevabı daha da iddialı. “Bu yüzyılda 150 yıl yaşamak mümkün olacak.”

Tankların yürüdüğü, bandoların çaldığı, ihtişamlı protokol sahnesinde dünyanın en güçlü iki adamı, milyonların önünde ölümsüzlükten bahsediyor.

Ömür uzuyor da, kim için?

Bilim gerçekten insan ömrünü uzatabilir.

120, hatta belki 150 yıl mümkün.

Ama asıl soru şu: Kime?

Çin’in taşra fabrikalarında milyonlar orta yaşa bile ulaşamadan tükeniyor.

Madenlerde ölüm sıradan.

Rusya’da Ukrayna savaşı gençleri toprağa düşürüyor.

Kadınlar doğumda, çocuklar yoksullukta hayatlarını kaybediyor.

Halk için ölüm günlük; zor olan yaşamak, yaşamını sürdürebilmek.

Ama liderlerin meselesi değil bu.

İnsan hayatı bu kadar ucuzken, “ölümsüzlük” lafı kulağa kara mizah gibi geliyor.

Çoğunluğa 50-60 yıl bile çok görülürken, onlar 150 yılın, hatta ölümsüzlüğün peşinde.

Teknolojinin, tıbbın, bilimin gücü insan ömrünü uzatabilir. Buna şüphe yok.

Ama asıl mesele şu: Bu nimet kime?

Eşitsizliğin uçurum olduğu bir dünyada, “150 yıl” bir ayrıcalık kartına dönüşmez mi? Zenginler daha uzun, daha sağlıklı yaşarken yoksulların ömrü daha da kısalmaz mı?

Asıl ölümsüzlük, eşitsizliğin ta kendisi değil mi?

“Ölümsüzlük” insanlığın değil, eşitsizliğin simgesi olmaz mı?

Soru çok, yanıt yok.

Kamera kazası mı, kontrollü sızıntı mı?

Üstelik işin bir boyutu daha var.

Kameraların yakaladığı o konuşma, bir an için kulağa bilimsel bir sohbet gibi geliyor.

Ama unutmayalım: Bu sözleri söyleyenler, dünyadaki en otoriter liderlerden ikisi.

Yani mesele aslında biyoloji değil, siyaset. Konuşulan “yaşam süresi” değil, “iktidar süresi.”

Onlar için önemli olan halkın ömrü değil, koltuğun ömrü. İktidarın sonu gelmesin yeter.

Üstelik Putin ve Şi gibi her saniyesi planlı liderler için bu görüntülerin “kazara” kaydedilmiş olması pek inandırıcı değil. Büyük ihtimalle bu, “kontrollü” bir sızıntıydı.

Tüm dünyaya bir güç gösterisiydi.

Elini masaya vura vura “Bu-ra-da-yız” demenin bir yoluydu. Bir mesajdı.

Dünyaya: Biz sadece bugünün değil, geleceğin de liderleriyiz. Kendi halklarına: Biz var oldukça siz güvendesiniz. Çevrelerindeki elitlere: Yanımızda kalırsanız, ömrünüz de iktidarınız da uzun olur.

Bir cümle, birçok katman...

Mikrofon bize sadece iki liderin sohbetini değil, çağın akıl tutulmasını da duyurdu.

Çünkü mesele aslında yaşam değil, pekala; koltuğun ömrüydü.

Çünkü otoriterliğin ortak hayali hep aynı: Ölmemek.

Görev süresiyle sınırlanmamak, koltuktan kalkmamak.

“Ölümsüzlük” kelimesi aslında bir iktidar metaforu.

Bu liderlerin kalbindeki korku hep aynı: Bir gün bitmek.

Ve bu sadece Rusya’nın ya da Çin’in hikayesi değil.

Bugün dünyanın dört bir yanında liderler aynı refleksle hareket ediyor.

Anayasal sınırları zorlayanlar, “bir dönem daha” diye şakaya vurup kılıf arayanlar, bağımsız kurumları kendi güdümüne sokmaya çalışanlar...

Hepsi aynı semptom.

Çağımızın en büyük salgını virüs değil, koltuk sevdası.

İktidarın ölümsüzlüğü uğruna hukuk esnetiliyor, kurumlar aşındırılıyor, demokrasiler eriyor.

Bu yüzden de Putin ve Şi’nin hayali aslında insanlığın değil, kendi iktidarlarının ölümsüzlüğü.

Kayıttaki kamera bize iki liderin hayalini değil, milyonların gerçeğini fısıldıyor: Ölümlü bir hayatın üzerine kurulu ölümsüzlük masalı.