Korkusuz
Ümit Zileli

Montrö Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatıdır!..

Bu yazıya şu başlık da çok yakışırdı:

-Montrö, Lozan Antlaşması’nın tacıdır!..

Zaman zaman ısıtılıp Türk Milleti’nin önüne konulan, zekasıyla alay etmek pahasına eğilip bükülen, Türkiye’nin Lozan ile birlikte kırmızı çizgileri olduğu bilinen Montrö Sözleşmesi için “kaldıralım” diyebilme cüretini gösteren bunca tetikçi ve tabii iktidarın üst katmanları neyi amaçlıyorlar, neyi hedefliyorlar? Bunu anlamak için önce 100 yıl kadar geriye, Lozan Antlaşması zamanlarına dönmek gerekiyor...

Türkiye, Lozan Antlaşması ile imzalanan Boğazlar Sözleşmesi’ne hep kuşkuyla yaklaşmış, Birinci Dünya Savaşı’nın sömürgecilik sorununa bir çözüm getirmediğini, Boğazlar’ın bir komisyonla idare edilemeyeceğini, tüm kontrolün kendi elinde olması gerektiğini görmüştü. Silahsızlanma hülyalarının da boşa çıktığını, bir ikinci büyük savaşında kapıda olduğunu gören Mustafa Kemal Atatürk 1935 yılından itibaren harekete geçti...

Türkiye, Boğazlar Statüsü’nün değiştirilmesi konusundaki teklifini ilgili devletlere sunduğunda bu öneri büyük kabul gördü. Almanya’nın dev bir savaş makinası haline gelmekte olduğunu gören başta İngiltere olmak üzere Sovyetler Birliği ve Balkan Antantına üye olan ülkeler Türkiye’nin bu isteğinin “haklı kabul edildiğini” açıkladılar.

İsviçre’nin Montrö kentinde 22 Haziran 1936’da toplanan İngiltere, Fransa, Bulgaristan, Avustralya, Yunanistan, Japonya, Romanya, Sovyetler Birliği, Yugoslavya ve Türkiye arasında 3 aylık görüşmeler sonrasında imzalanan yeni Boğazlar Sözleşmesi ile tüm egemenlik Türkiye’ye geçti.

Böylece 2. Dünya Savaşı’na 3 sene kala Boğazlar üzerindeki tüm haklar Türkiye’nin uhdesinde toplanmış ve dünya üzerinde iki yakası da tek devlet egemenliğinde olan İstanbul ve Çanakkale Boğazları’nın egemenliği  Büyük Devrimci’nin dehası sayesinde gerçekleşmişti!

-Türkiye bu sayede 2. Dünya Savaşı macerasından da kurtulabilmişti!..

ABD’nin “çılgın projesi!”


Peki, böylesine yaşamsal bir konuda, iktidar başta olmak üzere yandaşların bu ısrarı niçin şeklinde bir soru sorulabilir... Önce şuna vurgu yapmak gerekiyor:

-Montrö’nün ortadan kalkması Lozan’ı, Lozan’ın tartışmaya açılarak etkisizleştirmek ise Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını ve geleceğini berhava etmektir!..

ABD’nin özellikle soğuk savaş yıllarından bu yana Montrö Sözleşmesine karşı olduğu, Karadeniz’e Montrö koşullarında gayet sınırlı bir şekilde çıkabilmek ve savaş zamanlarında hiç kullanamamak maddelerinden fena halde rahatsız olduğu konuyla ilgili herkes tarafından gayet iyi bilinen bir sır! Kanal İstanbul Projesi’ne can-ı gönülden destek vermesinin altında yatan niyetin ne olduğu da çok açık:

-Montrö’yü önce delmek sonra ise kadük hale getirmek!..

Bir örnek daha vereyim; mesela Lozan Antlaşması ile silahsızlandırılması ve öyle kalması karar bağlanmış olan burnumuzun dibindeki Dedeağaç’ta şu sıralar ABD ve İngiliz askerleri resmen fink atıyor. ABD’nin o bölgede ve Yunan adalarında 20 adet üs kurmak için Yunanistan ile görüştüğü başta Türkiye ve Rusya olmak üzere herkesin malumu!

Şimdi de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana Montrö Sözleşmesi sayesinde  bir “barış denizi” olan Karadeniz’i sırf Rusya’yı kuşatmak, Çin’i tehdit etmek için bir “kan denizine” çevirmenin hesapları peşinde!

-21. yüzyılı kaybetmemek için her şeyi yapacak bir kafanın stratejileridir bu!..

Cumhuriyete karşı olanların Lozan Montrö düşmanlığı!..


Peki böylesine ağır şartlar altında, bizim “En büyük Türk büyüklerinin” ve yandaş kalemlerin söyledikleri nedir? Bakın Yeni Şafak Gazetesi yazarı İbrahim Karagül daha önceki günkü yazısında ne dedi:

-Montrö, Boğazlar üzerindeki tam denetime karşı bir vesayet anlaşmasıdır. Kendi vatanımızda egemenlik sınırlamasıdır. O gün o kadar yapabildik. Zayıfken kaldıramıyorduk. Güçlendik, elbette kaldıracağız. Kaldırılmasın demek, Türkiye’ye karşı başka ülkeleri savunmaktır!

Aba altından “hain” sopasını göstermekten de kaçınmayan bu yandaşa sormak lazım:

-1936’da, dünyanın en büyük güçlerini bir masa etrafında toplayıp egemenlik haklarımızı söke söke alan, Cemiyet-i Akvam tarafından üye olması için davet gönderilen Atatürk Türkiyesi mi zayıftı?..

-Yoksa, Irak’tan Suriye’ye, Libya’ya, Doğu Akdeniz’e etrafında içtenlikle el sıkışacağı bir tek ülke kalmamış, bölgede iyice yalnızlaşmış “katil” diye suçladığı İsrail ile, “Diktatör” dediği Mısır ile ABD gözetiminde el sıkışmış, doğal gaz ve petrol arayacak gemilerini limanlarda bağlı tutan, ABD Başkanından hâlâ telefon bekleyen Türkiye mi şimdi daha güçlü?!.

Hadi, “Yeni Türkiye” şartlarında her nasılsa eline bir kalem geçirmiş bazılarının, tıpkı Irak ve Suriye savaşları esnasında yaptıkları gibi “bedava kabadayılık” özentisi çıkışlarını, göze girmek için attıkları çığlıkları anlıyoruz diyelim...

-83 milyonluk, kadim bir devleti böylesine oyuncak etme heveslerine ne demeli?!.