Korkusuz
Ümit Zileli

Memleketimizin hazin durumunu anlatan üç kitap!

Koronavirüs sürecinin benim açımdan tek iyi tarafı, okuma ve yazmayla çok daha fazla haşır neşir olmaktı...

Bugün üç değerli yazar arkadaşımın kitaplarını paylaşmak istiyorum sizlerle

Siyasette-Bürokraside-Cezaevinde Alaattin Çakıcı


Önceleri onlara yalnızca “Kabadayı” deniyordu...

Yasadışı dünyada bileği kuvvetli, sert, silahını iyi kullanan ve tabii “acımasız” insanlar için kullanılan ortak sıfat buydu... 1970’lerden itibaren yavaş yavaş, 12 Eylül darbesinden sonra hızla değişen Türkiye’de ise çabuk adımlarla değişti bu durum; Kabadayı sıfatı silinmeye başladı, yerini ise “Baba” sıfatı aldı. Batı’da çok uzun süredir kök salmış, “Mafya” örgütlerinin liderlerine takılan “Godfather” sıfatının türkçesiydi bu!

Ortaya çıkışından kısa bir süre içinde yeraltı dünyasının yanı sıra yer üstünde de epey etkili olmaya başladı “Baba” lakaplı mafya liderleri. 1980’lerde daha çok “Çek-Senet Mafyası” ön saftaydı... Sonra ilgi alanları genişledi:

-İhale, spor, şirketleşme, halkla ilişkiler, medya, tanıtım vs..

Diğer bir deyişle neredeyse her alanda var oldular! İşte, araştırma-inceleme alanında “usta” sıfatını hak eden sevgili Saygı Öztürk, Türkiye’de “Baba” denildiğinde ilk akla gelen isimlerin başında yer alan Alaattin Çakıcı’yı tüm boyutlarıyla ele alan, adını ara başlıkta verdiğim kitabını yazdı...

Belgelere dayanan kitabında memleketimizin son 40 yılına damga vuran Çakıcı’yı okurken Türkiye’nin nasıl değiştiğini, mafya türü örgütlenmenin siyasette, bürokraside ve iş dünyasında nasıl etkin konuma yükseldiğini de okudum!..

Alaattin Çakıcı’nın, uzun yıllar cezaevinde kalmasına karşın etkinliğini nasıl koruduğunu, bir takım siyasetçiler ve bürokratlar üzerinde nasıl söz sahibi olabildiğini, ziyaret ettiği “önemli şahsiyetler” tarafından nasıl ayakta karşılanıp, uğurlandığını, bir telefonla milyonlarca liranın en kısa zaman içinde nasıl önüne geldiğini hayretler içinde ve de belgeleriyle, teknik takipleriyle, iddianameleriyle birlikte okudum!..

Örneğin Ergenekon duruşmasına “tanık” olarak katıldığında hakim ve savcıların “sayın” sözcüğünü dillerinden düşürmediğini, Çakıcı’nın ise tanıklık etmek yerine, Tük siyasi hayatına, memleketin durumuna dair görüşlerini aktardığını, “adaletli” olmalarını öğütlediğini gördüm!..

Yakalanması bile birçok Avrupa ülkesinin işbirliği ile, filmlere konu olabilecek bir takiple olmuştu! Son olarak MHP Bahçeli tarafından ziyaret edilmiş ve kısa bir süre sonra da infaz yasasında değişiklik adı altında bir “örtülü af” ile cezaevinden çıkmıştı...

-Okumanızı salık veririm...  

(Doğan Kitap)

Cumhuriyet’in Sonbaharı


Merdan Yanardağ iyi bir gazeteci olmasının yanında, çok iyi bir yazardır...

“Cumhuriyet’in Sonbaharı” isimli son kitabının bir de alt başlığı var:

-Kumpastan tek adam rejimine!

Merdan, aslında bu kitabı 8 yıl önce, Ergenekon-Balyoz kumpasının ortalığı kasıp kavurduğu 2012 yılında yazmış, aradan geçen süreçte, yaptığı analizler, vardığı sonuçlar ve geleceğe ilişkin öngörüleri bir bir doğrulanmıştı!

Bugünkü kitabında ise sürecin günümüze yansıyan, içinde yaşadığımız “baskı rejiminin” içeriğini, hukukun, demokrasinin, hak ve özgürlüklerin nasıl rafa kaldırıldığını anlatıyor tek tek... Yeni önsözünde şöyle diyor Merdan:

-Ergenekon kumpası ile yaratılan siyasal kaos ortamı, 15 Temmuz 2016 kalkışmasının fırsata çevrilerek bir AKP darbesine dönüştürülmesiyle, günümüze kadar ağırlaşarak geldi.

Merdan Yanardağ’ın şu saptaması da  nasıl bir geleceğe doğru yelken açtığımızı bize gösterecek denli önemli:

-AKP gericiliğinin 2020 yılında yeni bir tarihsel virajı alarak karşı devrim sürecini derinleştirmeye çalışması hem bir başarıya hem de bir başarısızlığa işaret ediyor. Başarı, çünkü Erdoğan’ın “tek adam yönetimini” şöyle ya da böyle kurdu. Başarısızlık, çünkü Erdoğan-AKP iktidarı, bütün gücüne karşın “yeni rejimi” kurmakta ve onun kurumlarını oluşturmakta yetersiz kalıyor. Dahası toplum direniyor!

Merdan’ın, geleceğe dair öngörüsü de son derece doğru:

-Bugün şu ikilemle karşı karşıyayız. Ya ilerici aydınlanmacı bir çözüm üreterek bu umut krizini aşacağız ya da içe doğru kapanarak bir Ortadoğu ülkesi haline geleceğiz...

(Kırmızı Kedi Yayınları)

“Tanrı vermiş pırasa hiç yenir mi yarasa”?!


Adından da kolayca anlaşılacağı üzere yeni bir Metin Uca kitabıyla karşı karşıyayız sayın seyirciler!..

Sevgili Metin kardeşim, bu kez de koronavirüs ile yatıp, yine onunla kalktığımız “Pandemi” yani salgın sürecini tırtıklamış! Tabii, o her zamanki sevimli, muzip ve eleştirel diliyle yapmış tırtıklama işini...

Nasıl yapmış acaba? Önce sağlık sistemi ile kriz yönetimini yatırmış masaya bi güzel! Mesela, dünyanın başka hiçbir ülkesinde görülmeyen akıllara seza “sokağa çıkma yasağına” değinerek şu soruları sormuş:

-Sokağa çıkmak kimlere, ne zaman ne kadar yasak? Korona hafta sonları daha çok mu bulaşıyor? Uçak yolculuğunda zararsız olan korona, kültür etkinliklerinde niye saldırganlaşıyor?

Yanıtları kitapta elbette!

Kriz yönetiminin aldığı kararları, meydana gelen tuhaflıkları da yazmış Metin; mesela şöyle bir bölüm başlığı var:

-Doğal seleksiyon değil doğal salaksiyon!

Bir kişinin virüsten öldüğünü duyduğu Mart ayında korkudan eve kapanan sayın halkımızın önemli bir bölümünün ölümler çift haneli sayılara çıktığında nasıl kendini dışarılara attığını, halaylar çektiğini, inanılmaz tuhaflıklara imza attığını siz eniyisi Metin Uca’dan okuyun derim!

(İnkilap Kitabevi).