İsmet Özel, hiç kuşku yok ki iyi bir şairdir...
Çok uzun yıllar önce “sol fikirlerinden” istifa etmiş, siyasal İslamcıların mahallesine taşınmıştı... Geçmişte de o güzelim şiirleri yazan akıl ve benliğinden kopup, “yok artık” dedirtecek saçmalıklara imza atmıştı ancak İstiklal Marşı Derneği Fahri Başkanı sıfatıyla geçen gün öne sürdüğü iddia saçmalığın çok ötesinde, katmerli bir yalan ve vicdansızlık örneğiydi, ne yazık ki... Bakın, Sakarya Savaşı ve Mustafa Kemal hakkında ne söylüyordu şair:
- Atatürk, Sakarya Savaşı’nı kazanma ihtimalini görmüyordu, bu sebeple yaralı olmamasına rağmen kolunu sardırıp savaşı terk etti...
Hazin hatta utanç verici değil mi... Neye istinaden söylüyordu bu iddiayı, elinde bir kanıt var mıydı? Hayır! Her şeye karşın entelektüel birikimi olduğunu sandığım şair, apaçık “çamur sıvama” görevi üstlenmişti! Çizmeyi iyice aşıp Büyük Devrimci’nin nasıl kaçtığı yalanını da şöyle tasvir ediyordu:
- Mustafa Kemal karargaha kadar geldi fakat kolu sarılı olarak, ‘Ben attan düştüm bana bir şey sormayın’ dedi. Yani savaşı Türklerin kazanma ihtimali sıfır olduğu için Mustafa Kemal şöyle düşündü: ‘Türkler kaybedeceği için bu benim başarsızlığım sayılacak ve siyasi kariyerim yaralanacak. Onun için ben bu sorumluluktan uzakta durayım’ diye böyle bir oyun oynadı...
Atatürkçü Düşünce Derneği, bu izan yoksunu açıklama nedeniyle şair hakkında suç duyurusunda bulundu; bence değmez! Yalan ve vicdansızlığını yüzüne çarpıp, gerçekleri anlatmak yeterli... O halde Melhame-i Kübra gerçeğini bir de benden dinleyin;
- Belgeleriyle tabii!
“Hattı müdafaa yoktur sathı müdafaa vardır...”
Melhame-i Kübra, dünya tarihinin en uzun süren, Sakarya Meydan Muharebesi’ne Büyük Devrimci Mustafa Kemal tarafından verilen isimdi...
- Büyük ve Kanlı Savaş anlamına geliyordu!
Gerçekten de, 23 Ağustos’ta başlayıp 13 Eylül’e kadar 22 gün 22 gece boğaz boğaza, süngü süngüye süren, dünya harp tarihinin en kanlı ve halen askeri okullarda taktik ve strateji dehası olarak anlatılan en büyük savaşlarından biriydi Sakarya Meydan Muharebesi... Bir başka adı daha vardı bu kanlı savaşın:
- Subay Muharebesi!
Niçin bu adla da anıldı peki? Çünkü, tarihte görülmemiş bir şekilde pek çok subay kaybı olduğu için! Türk Ordusu’nda 277 subay şehit olmuş, Yunan ordusunda ise 208 subay yaşamını yitirmişti...
- Sakarya Melhame-i Kübrası’nda Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusu 5 bin 436 şehit verdi, toplam yaralı sayısı ise 17 bin 500 civarındaydı... Yunan ordusu ise 3 bin 750 er yaşamını kaybetmişti...
Böylesine büyük bir savaşın bir de büyük, müthiş bir sloganı olmalıydı tabii ki, o slogan da Mustafa Kemal Paşa’nın tarihe geçen emriyle vücut buldu:
- Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır!
İşte bu emirle birlikte, 1683 yılında Viyana ile başlayan ve tam 238 yıl süren toprak kaybı ve çekilme trajedisi Sakarya’da durduruluyor, Türk’ün makus talihi o güne kadar bilinmeyen, uygulanmayan yeni bir savunma stratejisi ile tersine dönüyordu!
Mustafa Kemal’in “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” sözlerinin devamı ise şöyleydi:
- Yurdun her karış toprağı vatan evlatlarının kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz! Bir dehanın verdiği bu emir, yüzyıllar süren Türk’ün kovulma sürecini durdurmuş ve tarihe eşsiz bir komutan kazandırmıştı...
Okkalı bir son tokata yalnızca bir adım kalmıştı!
Yunan ordusu “ricat edip” yani bozguna uğratılıp Eskişehir Afyon hattına çekildiğinde tam bir yıllık bir bekleme başlayacak, bu bekleyiş Türk Ordusu’nun var gücüyle büyük taarruza hazırlandığı süreç olacaktı...
Mustafa Kemal Paşa, 19 Eylül 1921’de TBMM’de yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
- Bütün cihan bilmesi lazımdır ki, Türk halkı, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti uşak muamelesine tahammül edemez!
Sonraki sözleri ise, büyük bir zafer kazanmış bir komutanın değil, barış isteyen, barışa büyük değer veren bir devlet adamının sözleriydi:
- İtilaf devletleri dahi varlığımızı ve milli bağımsızlığımızı tanıdıkları takdirde onlarla da aramızda hiçbir ihtilaf sebebi kalmayacaktır. Derhal barış sağlanabilir...
Defalarca suikastlara, yok etme çalışmalarına maruz kalmış, hakkında idam kararı alınmış bir komutan, o ezici zaferi kazandıktan sonra bile dünyaya böylesine erdemli, böylesine şerefli bir çağrı yapıyordu... Ve bu çağrıda Yunan’ın adı bile geçmiyor, İngiltere, Fransa ve İtalya’nın oluşturduğu “İtilaf devletleri” yani emperyalist işgalciler muhatap alınıyordu! Ancak işgalcilerin bu çağrıyı anlayıp özümseyebilmesi için bir yıl daha geçmesi, bir büyük ve son zaferin daha kazanılması daha gerekiyordu! Bir diğer deyişle söyleyelim:
- Okkalı bir son tokat daha gerekiyordu!..
O tokat, 1922 Ağustos’unda Dumlupınar’da, Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nde atılacak, Mustafa Kemal’in “Ordular ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri” emriyle taarruz başlayacak, başta İngilizler olmak üzere tüm çevreleri “asla geçilemez” dediği düşman tahkimatları hallaç pamuğu gibi atılacak, Yunan Orduları Başkomutanı Trikopis, kurmaylarıyla birlikte kaçmaya çalışırken yakalanacak ve 9 Eylül’de düşman İzmir’de denize dökülecekti!
- İtilaf devletleri bu defa anlayacaktı...
Nazım’ın Kurtuluş Savaşı Destanı!
Öncelikle şunu bilmek gerek:
- Sakarya Meydan Muharebesi kazanılmasaydı, 30 Ağustos 1922 zaferi de olmazdı, Cumhuriyet’te olmazdı... Emekli Tuğgeneral Naim Babüroğlu’nun deyişiyle söyleyelim:
- Son Türk devleti de tarihe karışmış olurdu!
Türk tarihinden Sakarya zaferini çıkarın, geriye Türklerin olmadığı işgal edilmiş bir Türkiye kalır! Türkiye’den Atatürk’ü çıkarın geriye Afganistan kalır!
1’inci İnönü’den Sakarya Savaşı’nın sonuna kadar süren savunma evresi noktalanmıştı. Artık, elle tutulabilecek kadar yakın olan taarruz ve kurtuluş evresi başlıyordu!
İsmet Özel’e, Büyük Şair Nazım Hikmet’in Kurtuluş Savaşı Destanı’ndan Sakarya Savaşı’nı anlatan o bölümü armağan ederek bitirelim
“... Sonra 23 Ağustos: Sakarya Melhame-i Kübrası ki/ devamı 13 Eylül gününe kadardır/ Bizim kırk bin piyademiz/ dört bin beşyüz atlımız/ düşmanın seksen sekiz bin piyadesi/ üç yüz topu vardır...”