İnanılmaz bir hukuk savaşı izliyoruz.

Artık olağan, olağanüstü, kurultay, kongre... Hepsi birbirine girdi.

Gündemi yalın haliyle anlamak için asıl “olağanüstü” çabayı, bu ülkenin yurttaşları olarak bizler sarf ediyoruz.

CHP’de genel başkanın değiştiği 38. Olağan Kurultay ile başlayan hukuk süreci bir türlü bitmiyor.

Bir sonraki duruşma 24 Ekim’de.

Kurultayın iptal riskine karşı art arda olağanüstü kurultaylara gitti ana muhalefet partisi.

Ancak bu kez de CHP’nin 22. Olağanüstü Kurultay’ı yapılmasın diye verilen canhıraş bir “mücadeleye” tanıklık ettik.

Bir CHP delegesi, kurultayın iptali talebiyle önce Çankaya İlçe Seçim Kurulu’na koştu. Reddedildi. Pes etmedi.

Bu kez Ankara İl Seçim Kurulu’na itiraz etti. Oradan da eli boş döndü.

Bu defa dosyayı YSK’ya taşıdı. Yüksek Seçim Kurulu da reddetti.

★★★

Ama hikaye burada bitmedi. Aynı delege, daha önce de İstanbul İl Başkanlığı’na tedbiren kayyum atanması için 10 farklı mahkeme kapısını aşındırmıştı.

Şimdi de bunu gerekçe yapıp dün düzenlenen CHP’nin Olağanüstü İstanbul İl Kongresi’nin iptali için mahkemeye başvurdu.

Israrın böylesi...

Bir kez daha YSK tarafından reddedildi.

Sadece bu mu?

Dönelim başka bir noktaya.

Bayrampaşa’da CHP’li Belediye Başkanı Hasan Mutlu’nun tutuklanıp görevden uzaklaştırılmasının ardından hafta sonu başkanvekilliği seçimi vardı.

CHP’den istifa eden 4 meclis üyesine rağmen adalet “kura” ile tecelli etti.

4 turda üst üste eşitlik çıkınca, 5. turda kuraya gidildi ve başkanvekilliği yine CHP’de kaldı.

Peki ne oldu?

Bu kez AKP’li üyeler seçimde usulsüzlük iddiasıyla soluğu mahkemede aldı.

Ne demiştik? Israrın böylesi...

★★★

Borsa İstanbul, dün güne yükselişle başlamıştı.

CHP İstanbul Kongresi’ne ilişkin mahkeme kararları sonrası sert bir düşüş yaşandı.

Piyasanın tepkisi, aslında halkın tepkisinin ta kendisidir.

Çünkü yatırımcının güven duygusu, sokaktaki vatandaşın hissettiğiyle aynı kaynaktan besleniyor.

Bu aralar konuştuğumuz: İstikrarsızlık, belirsizlik, bitmeyen kavga.

İşte gören için aslında tablo bu kadar net ortada.

Halbuki...

Buyurun asıl gündeme: İstanbul Planlama Ajansı’nın her ay yayımladığı İstanbul Barometresi’nin Ağustos sonuçları geldi.

İstanbulluların evde en çok konuştukları şey siyaset değil, mahkeme değil, kurultay değil... Cepteki delik.

Katılımcıların yüzde 40’ı, evlerinde en çok geçim sıkıntısını konuştuklarını söylüyor. Üstelik yüzde 40,4’ü Türkiye ekonomisinin daha da kötüye gideceğini düşünüyor.

Daha da çarpıcı olanı şu: Katılımcıların yüzde 32,9’u kredi kartının yalnızca asgari tutarını ödeyebiliyor. Yüzde 8,8’i ise hiç ödeyemiyor.

Borç artık evlerin salonunda, mutfağında baş köşeye kurulmuş durumda.

Ailenin ferdi olmayı geçip adeta reisi olmuş gibi.

İşte gerçek mesele bu.

Kurultayın iptali için mahkeme kapılarında, kura çekiminde, bitmeyen itirazlarda ısrar edilirken...

Vatandaşın tek ısrarı var: Hayatta kalabilmek.

Üstelik o derdin bir iptal talebi yok. Başvurulabilecek bir üst kurul yok. Bir “tam kanunsuzluk” şansı da yok.

Bu ülkede vatandaşın geçim davası, açılan her davadan daha gerçek, her mahkeme kararından daha ağır.

Bozulan merdivenler kısılan sesler

Eylül ayında tüm dünyanın gözü her yıl Birleşmiş Milletler’in Genel Kurulu’nda olur. Ancak bu sene olağanın çok ötesinde şeyler konuşuluyor: ABD Başkanı Donald Trump’ın yürüyen merdiven krizi, prompter arızası, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın mikrofonunun kesilmesi, hatta sabotaj ihtimalleri...

Oysa bu kürsü, yıllar boyu tarihin en çetin karşılaşmalarına tanıklık etti.

Soğuk Savaş’ın en yoğun olduğu dönemde Sovyetler Birliği’nin lideri Nikita Kruşçev ayakkabısını masaya vurdu, Küba’nın efsane lideri Fidel Castro 4,5 saat süren tarihi bir konuşma ile ABD’yi eleştirdi, Libya’yı 42 yıl yöneten Muammer Kaddafi kürsüden BM kararlarını yırtıp attı. Ama bütün bu dramatik anlarda bile kurumun saygınlığı hep korundu.

1974’te Filistin davasının unutulmaz lideri Yaser Arafat, “Elimde bir zeytin dalı ile bir özgürlük savaşçısının silahını taşıyorum. Zeytin dalının elimden düşmesine izin vermeyin” dediğinde tüm dünya susup dinledi.

Bugün ise manzara bambaşka.

Trump kürsüden dünyaya “ayar” veriyor.

Tehditler savuruyor.

El Kaide çizgisindeki HTŞ’nin eski lideri, bir yıl öncesine kadar 10 milyon dolar ödülle arandığı ülkede “rockstar” gibi karşılanıyor. Bir zamanlar onu “avlamak” için savaşan isimle, CIA’in o dönemdeki direktörüyle aynı panelde soruları yanıtlıyor, alkış topluyor.

BM’nin kapasitesi, zaafları, Srebrenizta gibi utançları hep tartışıldı. Ama bugün kalan saygınlığı da erozyona uğruyor.

Kaybediyoruz: Diplomatik ağırlığı, insani öncelikleri, kolektif sorumluluğu...

Ve bu BM’nin değil, çağın siyaset tarzının eseri...