Geçenlerde bir TV kanalında katıldığım programda İsrail’in artık bir soykırım halini alan acımasız, barbarca saldırılarını konuşurken bir ara “İsrail’e gittim, orada barış çok uzak bir düş” diyerek bazı gözlemlerimi anlattım...
Eve dönüp bilgisayarımı açtığımda konuyla ilgili epey mesaj geldiğini gördüm. En çok sorulan soru “gittiniz, gördünüz niçin yazmadınız?” şeklindeydi. Tabii ki yazdım ama uzun yıllar önceydi... Sonra düşündüm; İki gün süren yazım, tam da İsrail-Filistin arasında bir barışa çok yaklaşılmış bir dönemde değerli gözlem ve analizler içeriyordu. Bir kez daha paylaşmaya karar verdim. İşte o yazıların birincisi:
“Doğudan batıya, batmak üzere olan güneşin altında sanki sonsuza doğru uzanan on binlerce mezarın üzerinden baktım...
Üç dinin binlerce yıldır paylaşamadığı, uğruna oluk oluk kan dökülen, nice sultanlar, krallar tarafından fethedilmiş ama hiçbirine yar olmamış kutsal dağ (Temple Mauntain) tam karşımdaydı...
Hemen altımda, sarı rengin egemenliğindeki mezarlıkta Museviler bir dindaşlarını son yolculuğuna uğurluyordu.. Söylenceye göre, bu devasa mezarlıkta yatan yüz binlerce, belki de milyonlarca ölü, aynı anda ayağa kalkıp, karşılamak için Mesih’in gelişini bekliyordu.. O anı bir film sahnesi olarak hayal ettim... Olağanüstüydü...
Sağ tarafta İsa Peygamber’in dinlendiği varsayılan yerde şimdi bir kilisenin çanı yankılanıyordu. Solda, tepenin üzerinde ise İsa’nın havarileriyle son yemeğini yediği rivayet ediliyordu... İnanışa göre Hz. İsa, buralarda bir yerde çarmıha gerilmiş, sonra da göğe yükselmişti..
Biraz ötede Müslümanların kutsal evi Mescid-i Aksa, onun hemen sağ karşısında ise Musevilerin ağlama duvarı (Western Wall) yüzyıllara meydan okurcasına dikiliyordu.
Üç dinin en kutsal yapıtları barış içinde, kol kola, kucak kucağa, yan yanaydılar... Uğurlarında dökülen kanlardan, alınan canlardan sanki hiç haberleri yoktu!
- Belki en acısı da buydu!..
Kudüs sancılı... Kudüs gergin bir bekleyiş içinde... Çünkü Kudüs İsrail-Filistin barış görüşmelerinin en can alıcı ve de çözülmesi en zor sorunu!.. Hatta Kudüs, sorun olmanın da ötesinde, barışa uzanmak isteyenlerin önünde müthiş bir engel!
“Kudüs için uzlaşan haindir!”
Gerçekten hiç abartmıyorum!..
İsrail Dışişleri Bakanlığı’nın, davet ettiği Türk gazetecilerle İsrail basınını buluşturduğu yemekte yanıma düşen devlet televizyonunun diplomasi muhabiri Ganor Shlomo’nun söylediklerini aktarıyorum yalnızca... Aslında onun söylediklerinden çıkardığım yorum bu. Shlomo’nun sözleri daha da acıklıydı:
- Bu akşam Arafat’la Barak büyük olasılıkla buluşacak. Şayet Arafat, Kudüs sorununu zamana bırakıp diğer çok önemli sorunları çözmeye evet derse barış tamam demektir. Hayır derse, işte o zaman hep birlikte acı çekmeye devam ederiz!..
İki lider de kendi halkları karşısında çok ama çok zor durumdalar. Kudüs konusunda ödün gibi görülebilecek bir uzlaşma girişimi karşıt kesimler tarafından vakit geçirmeksizin “ihanetle” suçlanacak!. Halkının bir bölümünden de olsa, kutsal toprağı satan bir “hain” muamelesi görmek taşıması kolay bir yük değil elbette..
- Kudüs, işte bu yüzden büyük bir engel!..
Halbuki, dünyada barışa en muhtaç yer burası... Üstelik burada gerçekleşecek barış, din ya da mezhep çatışmalarına sahne olan pek çok ülkeye örnek olacak. Barış içinde bir dünyanın meşalesi olarak Kudüs gösterilecek...
- Silah tüccarları ve profesyonel teröristlerin kabusu da bu!..
Bir başka dünya!..
Tel Aviv ise vur patlasın çal oynasın!..
Kudüs’ten yalnızca 60 kilometre uzaklıkta, sırtını Akdeniz’e yaslamış bu modern kent, sinemaları, konser salonları, uzun sahiline dizilmiş modern otelleri, restoranları, barlarıyla savaş tehlikesini yanı başında hisseden bir Ortadoğu şehrinden çok, bir Avrupa kentini andırıyor!..
Tel Aviv’in barış konusuna ilgisi, otellerin doluluk oranı ya da gelen turist sayısının, dolayısıyla bırakacağı dövizin artışıyla sınırlı! Diğer adı “küçük Türkiye” olan Batyam’da “barış olmazsa ne olur” sorusuna verilen cevap aslında Tel Aviv’in ruhunu yansıtıyor:
- İşler kesat düşer!
Uzunluğu Ankara-İstanbul, genişliği ise İstanbul-Adapazarı arası kadar bu ülke ile ilgili daha yazılacak, anlatılacak çok şey var...”
---------------------
Uzun yıllar önce, Sabra ve Şatilla kasabı Ariel Şaron’un Müslümanların kutsal mekanı Harem-Üş Şerif’i bastığı ve dönüşü olmayan kanlı döneme adım atıldığı günlerde İsrail’deydim...
Yahudisi, Müslümanı, Hıristiyanı, tüm dünyanın gözü Filistin lideri Arafat ile İsrail Başbakanı Ahud Barak’ın yapacağı “Barış görüşmesi”ndeydi. En önemli, uzlaşması en zor sorun ise tabii ki Kudüs’tü... İşte Şaron bu görüşmenin ve barışın temelini bilerek dinamitlemişti!
Yıllar sonra bir başka hastalıklı ruh, ABD Başkanı Donald Trump, bile isteye, Kudüs’ü başkent ilen ettiğini açıklayarak, Ortadoğu’yu kan denizine çevirecek bombanın pimini çekti, ne yazık ki! Silah tekellerinin, Ortadoğu ve Avrasya’yı büyük bir şehvetle isteyen devasa holdinglerin adamı Trump için o topraklarda can verecek on milyonların zerre kadar değeri yoktu! Önemli olan enerji kaynakları, önemli olan petrol, önemli olan büyük güç olma ihtirasıydı!
- Her dönemin insanlık düşmanı faşistleri vardır!
Yarın devam edeceğim...