Türkiye günlerdir 23 yıldır siyaset yaptığı CHP’den ayrılıp “Cumhurbaşkanımın himayesi” diyerek AKP’ye katılan Aydın Büyükşehir Belediye Başkanı Özlem Çerçioğlu’nu konuşuyor.

Rozetle eş zamanlı yeni fonlarla hızlı bir başlangıç yaptı Özlem Hanım.

Çalışanlara zam, “AAK” plakalı özenle seçilmiş makam araçları sonrası halkla kaynaşmak için de konserlere, etkinliklere hız verildi.

Sonuncusu Çarşamba günüydü.

Ama halk konserinin ufak bir eksiği vardı: Halk.

Konser alanı bomboş kaldı.

Çerçioğlu aynı saatlerde hınca hınç dolan CHP’nin İstanbul Üsküdar mitingini görmemiş olmalı.

Suçu Fenerbahçe-Benfica maçına attı.

Yoksa “Aydın halkı ile kimse arasına giremez”di. Malum, siyasette de, medyada da, hayatta da koltuğun büyüsü bitmez.
Kimisi o koltuğa oturmak için yıllarını verir, kimisi bir kere oturdu mu kalkmaz, kimisi de o koltuğunu korumak uğruna gözünü karartır, etrafını ateşe verir.

Ama bazen olur ki, bütün bu hırs, bütün bu kavga, bütün bu hesap...

Bir tek boş koltuğa yenilir.

Tam da Aydın’da olduğu gibi...

Fatih Altaylı’nın “boş koltuğu”nu hatırlayın.

Gözaltına alındığı gün konulan boş koltuk videosu 1.5 milyon izlenmeye ulaştı.

Milyonluk bütçeli televizyon programlarının ulaşamadığı izlenmeye tek bir boş sandalye ulaştı.

Sessizce durarak herkese dert anlattı.

Şimdi aynı sahneyi Aydın’da gördük.

Koca sahne kuruldu, ışıklar yakıldı, hoparlörler çalıştı... Ama en çok göze çarpan şey boş koltuklardı. Halk, en güçlü mesajını varlığıyla değil, yokluğuyla verdi.

Ama ne oldu? Gerçek sebebi görmek yerine “Fenerbahçe’nin maçı vardı” denildi.

Yine gerçeklerin üstü örtüldü.

Halbuki boş koltuk bir yokluk değil, bir varlık.

Halkın öfkesinin, bıkkınlığının, uzaklaşmasının en net hali.

Siyasette koltuk hırsı hiç bitmez. Ama artık bir gerçek var: O hırs, boş koltuğa yeniliyor.

Ve bazen hiçbir söz, hiçbir şarkı, hiçbir canlı yayın, bir boş koltuğun sessizliğinden daha gür olamıyor.

Çölde su, memlekette kriz

Geçen ay Mısır’daydım. Uçaktan baktığınızda koca bir çöl...

Ama o çölün ortasında suyu yönetmek için devletin aldığı önlemler, insanı şaşırtıyor.
Otelde bile ağaçların önüne tabelalar konulmuş: İşlenmiş, arıtılmış suyla sulanmıştır.
Yani suya verdikleri değer, gözünüzün önüne levha gibi asılmış.

Bizde ise tablo tam tersi.

Bursa’da 35 günlük, İzmir’de 40 günlük, Ankara’da 3 aylık, İstanbul’da 4 aylık...Bunlar barajlarda kalan su miktarları.
Bursa’nın Nilüfer Barajı tamamen kurudu bile.
Elazığ’da “2040’a kadar su sorunu yok” diye lanse edilen milyarlık Hamzabey Barajı sadece 7 yılda dibi gördü.İzmir’de su kesintileri artık günlük rutinin parçası.
Uşak’ta kente su sağlayan baraj kuruyunca kesinti başlatıldı, ama aynı şehirdeki altın madeni tek başına tüm kentin suyundan fazlasını tüketiyor.

Bir yanda çölün ortasında Nil’in damlaları için kavga eden Mısır, diğer yanda burnumuzun dibindeki kaynakları kaybeden Türkiye...

Bizde kriz anca gelince önlemler başlıyor.
Palyatif çözümlerle gün kurtarılıyor.
Ama sistem yok, vizyon yok, suya dair bir “gelecek” yok.Milyarlık baraj projeleri kalitesiz malzemelerle yapılan makyaj gibi; ilk sıcak dalgasında pul pul dökülüyor.

Halbuki gelişmişlik açısından kıyas götürmeyecek Mısır’da su bir kalkınma stratejisi.
Atık su ve deniz suyunu arıtma en önem verilen konuların başında.
2021’de dünyanın en büyük atık su arıtma tesisini açtılar.Tüm bunları koordine eden Su Kaynakları ve Sulama Bakanlığı bile var.

Bizde ise su yönetimi onlarca kurum arasında dağılmış durumda.
Şebekelerde yüzde 19 kayıp yaşanıyor, yani musluktan akmadan önce bile suyun neredeyse beşte biri boşa gidiyor.

Tarımda hala yüzde 70 oranında salma sulama yapılıyor.

Yağmur suyu hasadı, gri su kullanımı, geri dönüşüm hala birkaç belediyenin pilot projesi olmaktan öteye geçemedi.

Her konuda olduğu gibi, yine “bir şekilde idare ederiz” yaklaşımı hakim. Ama işte edemiyoruz.

Tehlike çanlarını görmezden gele gele geri dönülmez bir noktaya doğru hızla savruluyoruz. 
Suyu kaybetmek yalnızca musluktan akanı değil, sofradaki ekmeği de kaybetmek anlamına geliyor.
Çünkü su olmadan tarım da yok, gıda da...

Bugün su, petrolden daha değerli.On yıl sonra ne olacağını kestirmek zor değil.
Ama biz hala ülkenin petrolünü altın madenlerine, yanlış projelere, israfa harcıyoruz.

Geçen ay Mısır tatilinde gördüğüm tabelalar gözümün önünden gitmiyor.
“Bu ağaçlar arıtılmış suyla sulanmaktadır.”

Bizim de artık benzer tabelaları görmeye hakkımız yok mu?
Yoksa kuruyan barajların önüne asılacak şu yazıyı mı okuyacağız hep birlikte: “Su bitti.”