Dün sosyal medyada mutlaka karşınıza çıkmıştır:

“Emekliler Yılı”nın sonuna gelinmesi şerefine Saray’da “seçilmiş emekliler”e ziyafet verilirken, gerçek emekliler Eminönü’nde ücretsiz tuvalet arıyormuş...

Bu haber beni mesleğe başladığım yıllara götürdü.

12 Eylül’ün iki yıl sonrasıydı. Sadece 21 yaşındaydım! Cağaloğlu’ndaki Türkiye Gazeteciler Cemiyeti binasının dördüncü katında yer alan Türk Haberler Ajansı’nda gece şefiydim.

Sosyalist baba-oğul Bedri ve Kadri Kayabal’ın kurup yönettiği THA, o dönemde Güneş Gazetesi’ni de satın alan müteahhit Mehmet Ali Yılmaz’a geçmişti.

★★★

Sabahtan öğleden sonraya kadar Harbiye’deki okuluma gidiyor, akşam altıda da ajanstaki görevi devralıyordum.

İşim muhabirlerden gelen güncel haberleri okuyup düzeltip yayına sokmak ve bir sonraki günün özel haberlerine son şekillerini vermekti.

Bizim bir üst katımızda Cemiyet’in lokali vardı.

Mesaiye başlamadan önce lokalde yemeğimizi yerken, dönemin en “baba” kalemleri de “demlenme mesailerine” başlamak üzere yavaş yavaş arz-ı endam ederdi.

Kimler yoktu ki aralarında?

Spor yazarı İslam Çupi, karikatürist Nehar Tüblek, Doğan Koloğlu, Turhan Selçuk, Demirtaş Ceyhun, Kemal Sülker bazen Yaşar Kemal, Aziz Nesin... Ve eğer hasta değilse, her gece Can Yücel.

O kadar büyük üstatlardı ki yanlarından geçerken başımızı öne eğerdik.

★★★

Ajansın cam kapısını sürekli kapalı tutuyorduk; malum devir sıkıyönetim devriydi ve bir haber ajansı da örgütlerin seslerini duyurabileceği en ideal yerdi.

Her akşam saat dokuzda sıkıyönetim komutanlığından bir subay, yanındaki iki silahlı erle gelirdi. Ertesi gün için hazırladığımız bültenlerin teksir edilmiş metinlerini alıp gider; iki saat sonra da bazılarının üstü kırmızı kalemle çizilmiş halde geri getirirdi.

Kırmızı kalemle çizilenler, yayınlanamazdı!

Bir akşam geç saatlerde cam kapımız şiddetle çalındı. Ben yine askerlerin geldiğini düşündüm, yerimden kalkmadım.

Görevli arkadaş bir süre sonra yanıma gelip, “Müdürüm, kapıda sakallı bir adam var. Pis pis bakıyor” dedi. Hızla kapıya yöneldim, gelen Can Yücel’di.

Eliyle kapıyı açmamı işaret etti, açtım. Herkesin kendisine “baba” dediğini biliyordum:

“Buyur baba...”

“Sen kimsin?”

“Buranın sorumlusuyum.”

“Burayı kim kurdu, esas sahipleri kimdi biliyor musun?”

“Biliyorum baba...”

“Kadri’yle Bedri... Sapına kadar sosyalisttiler. Cunta onları cezalandırdı. Burayı alıp sizin kodaman patronunuza verdiler!”

İtiraz etmek haddime miydi?

“Doğrudur baba!”

“Ben bu satışı protesto etmek için geldim?”

Boş boş bakmış olmalıyım ki devam etti:

“Ne bakıyorsun öyle? Protesto edeceğim.”

“Edin baba...”

“Buranın içine sı..cağım!”

“Sı.ın baba!”

İçeri girdi, cam kapının hemen yanındaki tuvalete geçti. Beş-altı dakika sonra kemerini bağlayarak çıktı. Yüzüme baktı, kalın ve alkollü sesiyle “Sı.tım” diyerek çıkıp gitti.

★★★

Ertesi gün yemek yerken, bir gece önce yaşadıklarımı lokalin işletmecisi Hıdır’a anlattım.

“THA el değiştireli bir yıl oldu, Can Baba protesto için niye bu kadar bekledi ki?” diye de ekledim.

Hıdır güldü ve şunları söyledi:

“Oğlum dün bizim lokalin tuvaleti bozuldu. O da size gelmiş. Ama kızdığı bir adamın şirketine muhtaç kalmak ağrına gitmiş olmalı ki böyle bir protesto uydurmuş...”

★★★

Sevgili emekliler, madem bu iktidar sizi umumi tuvalete para veremeyecek hale getirdi; ananızın ak sütü kadar hakkınızdır, her yer sizin...

Bu ülkeye hayatlarını veren insanlar olarak, sakın sıkılmayın, çekinmeyin ve asla utanmayın. Bırakın onlar utansın...

İstediğiniz yere sı.ın!

GÜNÜN SORUSU

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Saray’da ağırladığı şanslı emeklileri, kim, hangi kritere göre seçti? Yoksa bu emekliler “saray personeli”nin ve parti yöneticilerinin yakınlarından mı oluşuyordu?

Kimden yanasın?

Gün geçmiyor ki Diyanet’in en çok tartışılan Başkanı Ali Erbaş’ın yeni bir icraatı ortaya çıkmasın.

Bu beyefendi bir-iki gün önce Alimler ve Medreseler Birliği’nin düzenlediği bir konferansa katılmış.

“Aksa Muhafızları” isimli bu konferansta İslam dünyasına birleşme çağrısı yapmış...

Peki, konferansı düzenleyen Alimler ve Medreseler Birliği’nin Başkanı kimmiş biliyor musunuz?

“Melle Mizgin” kod adıyla bilinen Mehmet Beşir Varol...

Kendisi, Diyarbakır’ın kahraman Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ın ve yanındaki korumaların katledilmesi davasından ceza almış ve 2019’da serbest bırakılmış...

★★★

Atatürk tarafından kurulan Diyanet’in Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yemin edenlerle birlikte hareket ediyorsa...

Ne ona inanırım, ne yanındakilere!

Tarafını seç Ali Bey, kimden yanasın?

Cumhuriyetten mi, onu yıkmak isteyenlerden mi?

Eğer ikincisinden yanaysan...

İn o Audi’den.