DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
İşte bunun için AKP soru sordurtmuyor
Gazetecinin temel görevi soru sormaktır.
Halkın kafasındaki soruları sorar bir gazeteci.
Merak eder, sorar, soruşturur, araştırır.
Ama iktidarlar hiç hoşlanmaz soru soran gazeteciden.
İsterler ki soru sormasınlar kendi güzel! Fikirlerini açıklamaları için çanak tutsunlar.
Özelikle Erdoğan çok uzun süredir gazetecilerden hiç soru almıyor.
Sorular hep önceden hazırlanıyor, kimi zaman gazetecilere “bunu soracaksın” direktifi veriliyor ama çoğu zaman gazeteci sormuş gibi cevap hazırlanıyor.
Erdoğan’ın katıldığı canlı yayınlarda gazeteciler ellerine verilen bu soruları soruyorlar.
Ne bir kelime ekleyebiliyorlar ne bir kelime çıkarabiliyorlar.
Nadiren bir gazeteci Erdoğan’ın önüne çıkıp bir soru sormaya kalksa o zaman da ya cevap vermiyor ya da azarlıyor.
Sadece Erdoğan değil, parti yöneticileri ve adlarına bakan denilen memurlar da artık önceden hazırlanmamış sorulara cevap vermiyorlar.
Sözde bir bakan çıkarılıyor ekrana ve güya soru soruluyor.
Bunların hepsi düzmece.
Gazetecimsi bu kişilere sorular önceden veriliyor.
İyi bir gazeteci sorusunu sorduktan sonra cevabı dinlerken bu cevap içinden de sorular çıkarır.
Oysa tek bir gazeteci bile cevap verilirken bir bakan ünvanlı memurlara veya AKP’nin yöneticilerine cevaptan çıkarım yapılan bir soru sormuyor soramıyor, talimat böyle çünkü.
Herhangi bir gazeteci boş bulunup da önceden kendisine verilmemiş bir soru sormaya kalkarsa da ya hiç cevap alamıyor ya da bir süre sonra işinden ediliyor.
Tabii bu durum iktidar koalisyonunu oluşturan diğer partiler için de geçerli.
Örneğin Bahçeli, dün kendisine önceden eline verilmiş bir soru yerine gerçek bir soru soran gazeteciyi nasıl azarladı herhalde görmüşsünüzdür.
Gazeteci Hilal Köylü Meclis kulisinde Bahçeli’ye “Cumhurbaşkanı Erdoğan’la aranızda görüş ayrılığı var mı?” diye sordu.
Neden bu soru?
Çünkü Bahçeli üçüncü kez Apo’ya yaptığı çağrının arkasında durduğunu söyledi.
AKP genel başkanı Bahçeli’yi sözlerinden ötürü kutladı ama Apo’nun Meclis’te konuşması ya da örgüte bir mesaj göndermesi konusunda hiçbir adım atılmadı.
Bu da kamuoyunda kuşku ile karşılanıyor.
Erdoğan’ın nezaket gereği Bahçeli’ye karşı çıkmadığı ama talebini de yerine getirmediği biçiminde yorumlanıyor.
Bu bugünkü durum, yarın başka gelişmeler olabilir.
Ama gazeteci o anın sorusunu sorar.
Sordu da.
Aldığı tepki çok ayıplıydı.
Bahçeli gazeteciyi sorusu yüzünden suçladı ve “Bir defa basın mensubu kardeşlerim Türkiye’yi tahrik edici, yanlış bilgilerle ayrımcılığı körükleyici davranışlardan vazgeçsin. Geçemiyorsan mesleği bırak” dedi.
Bu soru Türkiye’yi neden tahrik eder?
Ortadaki yanlış bilgi nedir?
Bahçeli bunlara cevap verip herkesi tatmin etmek yerine gazeteciye “Bu mesleği bırak” tehdidi savurdu.
Şimdi anlıyor musunuz Erdoğan ve çevresinin neden gerçek gazetecilerin karşısına çıkmadığını?
Çıkarlarsa hiçbir soruya cevap veremeyecekler de ondan.
BUNU YAZMAK GEREK
“İsrail’le ticaret yok” diyorlar peki bu ne?
Hesapta İsrail’le ticaret yapılmıyor, çok önemli ve stratejik ürünler satılmıyor.
Bakanlık açıkladı “yok” dedi.
Erdoğan böyle bir ticaretin asla olmadığını, bu söylentileri kötü niyetlilerin çıkardığını söyledi.
Ama gerçek bu mu?
Konuyu en yakından izleyen ve ticareti belgelerle kanıtlayan gazeteci Metin Cihan ticaretin aynı hızla devam ettiğini yine belgelerle açıkladı.
Metin Cihan’ın son haberini size sunmak istiyorum;
Enerji Bakanlığı, İsrail’e petrol sevkiyatına dair telaşla bir açıklama yaptı. Her zamanki gibi tartışmayı daha da büyütecek ve iyice güven zedeleyecek.
İtiraf ve çarpıtmalar da var.
Tek tek anlatayım. İlk cümle bir itiraf aslında. Bakanlık neden “Türkiye’den İsrail’e” değil de “Ceyhan’dan İsrail’e” yazdı biliyor musunuz?
Çünkü Ceyhan dışında İsrail’e petrol ve yakıt sevkiyatı yapılan başka limanlarımız var. Sanırım, onların gündeme gelmesini istemediler. Örneğin, İsrail’in 1 numaralı petrol tedarikçisi SOCAR’ın Aliağa Limanı’nda kendi terminali olduğunu biliyor musunuz?
Peki ya İsrail’e Kocaeli’den jet yakıtı sevkiyatı yapıldığını?
Petrol sevkiyatında “alım-satımlara karışmıyoruz” deyip geçmişler ama varil başına 80 cent komisyon aldığımızı söylememişler.
Bakanlık açıklamasına göre, bir itiraf daha var.
Gazze’de katliamlar sürerken, ticaretin kesildiği mayıs ayına kadar, Ceyhan Haydar Aliyev Limanı’ndan İsrail’e petrol sevkiyatı yapıldığını ilk kez resmi olarak açıklamış oldular.
Ve merak ediyorum. Erdoğan niçin 1 kez bile Aliyev’in İsrail’e petrol desteğini eleştirmedi?
Niçin bu konuyu hiç konuşmadı?
Niçin konuşulmasını istemedi?
Bakanlık’ın da itiraf ettiği üzere Azerbaycan’ın İsrail’e sattığı petrol ve yakıt önce Türkiye’ye geliyor. Peki Türkiye’den İsrail’e nasıl gidiyor? Gitmiyor mu? Buharlaşıyor mu?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Ne Atatürk puttur ne de bu ülke puta tapar
Bir kanser uzmanı dün 10 Kasım’da Taksim’de yaptığı bir konuşma nedeniyle tutuklandı.
Mehmet Arslan isimli bu kişi yüzlerce polisin bir protestocuya bile nefes aldırmadığı Taksim’in ortasında “Puta tapmayın saygı Allah’a olur” diye elindeki megafonla uzun bir konuşma yaptı Taksim’de Atatürk anıtı önünde saygı duruşu yapan kabalalığa.
Hiçbir engelle karşılaşmadan konuşan bu kişi “10 Kasım’da tüm ülkede aynı anda saygı duruşunda bulunulmasının putperestlik olduğunu, çocukların heykel önünde puta tapar gibi tutulmalarının Allah’a saygısızlık sayılacağını” söyledi.
Tutuklanınca dinci çevreler sosyal medyada ayağa kalktı “Fikir özgürlüğü de mi yok?” diye gürültü çıkarmaya başladı.
Atatürk’e put demek, O’na sevgi besleyenleri de putperest olarak tanımlamak herhalde fikir özgürlüğünü aşan bir görüştür.
Şurası açıktır ki Atatürk put değildir, ona saygı duyan da putperest olmaz.
Bunu anlamak için bir günde Anıtkabir’i ziyaret eden bir milyonun üzerindeki vatandaşların profiline bakmak yeter de artar bile.
Atatürk’ü ziyaret eden, saygı duruşunda bulunan herkes mi putperest?
Oraya akın akın giden dindar insanlar, türbanlı kadınlar, cami imamları dinden mi çıkmış oluyorlar?
Yıllardır Atatürk’e sevgi ve saygı besleyenlere en aşağılık biçimde hakaretler edenler bu cesareti elbette iktidarın yarattığı iklimden alıyorlar.
Atatürk’e put diyen kişi tutuklandığı için gürültü çıkaran yobazlara şunu sormak isterim;
Bu 10 Kasım’da Atatürk’e saygı konusunda en şaşırtıcı çıkışı yapan, Atatürk’ün 10 yıl daha yaşamış olması halinde Türkiye’nin çok daha mutlu bir ülke olacağını söyleyen, kendisinin de Atatürk’ün izinde milletin hizmetinde olacağını vaat eden her Anıtkabir ziyaretinde saygı duruşunda bulunan Erdoğan da aynı tanım içine mi giriyor?
Bİ SORALIM BAKALIM
Adalet Bakanı ne demek istiyor?
Adalet işlerine bakan sarayın memuru Yılmaz Tunç, kayyım konusunda çok kafa karıştırıcı açıklamalar yaptı.
Bir kere “geçici olarak görevden alındılar” dedi.
Yani ne olacak?
Bu belediye başkanları hakkında kararlar bozulursa görevlerine iade mi edilecekler?
Bizzat kendisi bakanken yargı böyle bir karar verebilir mi?
Tunç Anayasa’nın 127. Maddesi ile belediyeler kanununun 45, 46 ve 47’inci maddelerine atıf yaparak “Hakkında terörle ilgili bir soruşturma açılan belediye başkanı varsa bu konuda ‘İçişleri Bakanlığı soruşturma aşamasında geçici olarak görevden alabilir’ şeklinde bir yetki var. “Kanun bu yetkiyi vermiş” diyor.
Ama bu yetki seçimden önce vardı ve bu kişiler savcılıklardan temiz kâğıdı alarak aday olmadılar mı? YSK bu kişilerin adaylığını askıya çıkardığı gibi itiraz da olmadığı için adaylıklarını kesinleştirmedi mi?
Peki seçimden bu yana ne oldu, İçişleri Bakanı’nın kafasına yeni mi dank etti de Anayasa ve yasalardan aldığı bu yetkiyi kullandı?
Tunç, vatandaşlarca “Yüksek Seçim Kurulu bu kişilerin adaylığını kabul etmeseydi” eleştirilerinin geldiğini belirterek, hakkında kesin hüküm olmayanlarla ilgili adaylık başvurusunun reddedilmesinin söz konusu olmadığını da söyledi.
O zaman şunu sorayım; “Siz niye itirazda bulunmadınız ya da bu kişileri aday gösteren partiyi ‘seçilseler bile görevden almak zorundayız’ diye uyarmadınız. Belli ki ‘nasıl olsa bunlar seçilecek, seçilsinler, sonra bir operasyonla belediyeyi biz ele geçirmiş oluruz’ diye mi düşündünüz?”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Apo’yu Meclis’e çağırıp CHP’yi teröristlikle suçlamak nasıl bir duygudur?
Bazı şeyleri anlamak çok zor.
Ama söz konusu AKP iktidarı olunca artık her şey normal geliyor.
Erdoğan son günlerde ısrarla yine CHP’yi terörle ortak olmak, PKK ve Kandil’e destek vermekle suçluyor.
Neden?
Çünkü CHP kayyım atamalarına tepki gösteriyor.
Oysa aynı anda kendisi İmralı’daki terör hükümlüsü Abdullah Öcalan’ın Meclis’e getirilebileceğini söylüyor, çift dilli bir Türkiye’den söz ediyor.
İşin daha da garibi bugüne kadar Abdullah Öcalan’a “bebek katili şeytan” diyen AKP ve MHP’liler de buna alkış tutarken CHP’yi teröre destekle suçlayabiliyorlar.
Bu nasıl bir duygudur, anlayan var mı?