Korkusuz
Ümit Zileli

İki insan!..

İlhan İrem’in de sonsuzluğa karıştığı haberini aldığımda, Demirtaş Ceyhun’un 13. ölüm yıldönümüne saatler kalmıştı...

Ceyhun’un en büyük ve çekişmeli eserlerinden “Ah Şu Biz Karabıyıklı Türkler” kitabı elimde kalakaldım... Uzun yıllar sonra yeniden basımı yapılan bu değerli kitabı özellikle gençlere anlatmak amacıyla okurken, Demirtaş ağabeyin en sevdiği, yaklaşık çeyrek asır komşuluk yaptığı İlhan İrem’in ölümünü öğrenmek çok sarsmıştı beni...Üstelik İrem, Demirtaş Ceyhun ile  neredeyse aynı gün hayata gözlerini yummuştu...

Türkiye’de aydın olmak zordur; aydın sıfatını tepe tepe kullanan bir kısım okumuş zevatın nerelere savrulduğu, nasıl iktidar şakşakçısı olduğu düşünülürse, aydın olmanın ne denli meşakkatli olduğu da kolaylıkla görülebilir!

Yurtsever aydın olmak ise çok daha zordur, bedeli yüksektir! Hapishaneler, sürgünler, baskılar yolunuzu gözler! Ceyhun ve İrem tüm bu bedelleri göze alıp, sıra dışı bir yaşamı bilerek, isteyerek seçtiler...

Ceyhun, ilerici ve aydın olmanın her basamağında ter döktü, yazarlığın çetrefilli yollarında büyük başarılara imza attı, ödüller aldı ve de bu yaptıkları, yazdıkları karşılığında  hapishanelere konuk oldu!

İlhan İrem, taa en başından inzivayı tercih etti! Tüm yaşamı bir Cumhuriyet aydını, bir Atatürkçü olarak geçti.

Şayet bir cümlede anlatmak gerekirse şöyle denilebilir:

-Bahse konu olan iki aydın, iki yurtsever, iki devrimcidir. Kısaca iki insandır!

[caption id="attachment_368988" align="alignnone" width="600"] Demirtaş Ceyhun[/caption]

Türkleri anlatan yazar!


Demirtaş Ceyhun’un “deneme”, “inceleme” türüne giren eserlerine baktığınızda Türklerin tarihi çok önemli yer tutar...

Mesela, büyük bir araştırma, sonucu kaleme aldığı “Ah Şu Biz Karabıyıklı Türkler” eserinin daha girişinde “Biz kimiz Allah aşkına?” sorusunu sormuş ve tüm kitap boyunca tarihi hallaç pamuğu gibi atarak Türk kimliğinin geçmişi ve bugününü anlatmıştır.

Mesela, Türklerin nasıl Anadolu’ya geldiğini, kurucusu olduğu Osmanlı’nın Türklere nasıl düşman kesildiğini, Türk kellesi getirene nasıl Osmanlı kaftanı vaat edildiğini kaynaklarıyla ve tüm açıklığı ile anlatır!

Bitmedi; Türklerin göçebelik yüzyıllarını, Osmanlı’nın göçebe sözcüğüne bile nasıl düşman olduğunu ve göçebe olmanın hiç de ayıp olmadığını yine kaynak ve belgeleriyle paylaştı.

Türklerin, Osmanlı sarayından kovulmasının üzerinden geçen yüzyıllar içinde zorla baskıyla unutturulan, aşağılanan Türklüğü 20. yüzyıl başında nasıl yeniden keşfettiğini de tüm açıklığı ile yazdı.

Ben, tanımaktan, dostluğunu kazanmaktan onur duyduğum Demirtaş Ceyhun’un, tarihçi titri bulunmamasına karşın özellikle Türklerin tarihini açık yüreklilikle ve de titizlikle araştırmasını, paylaşmasını çok önemserim. Bir gazeteci olarak ondan, yazdıklarından çok şey öğrendiğimi de eklemeliyim...

-Ölümünün 13. yıldönümünde, böylesine kuraklaşan “Yeni Türkiye”de, Sevgili Demirtaş Ceyhun’u büyük bir özlem ve sevgiyle anıyorum. Işıklar içinde uyusun...

[caption id="attachment_368989" align="alignnone" width="600"] İlhan İrem[/caption]

“Anlasana!”


Şu dizeleri şahane bir müzik eşliğinde dinlediğimde yıl 1975’ti:

-Her sevincin her kederin/ En ölümsüz sevgilerin/ Sonsuz denen göklerin/Her şeyin bir sonu varsa...

Daha çocuk denecek yaştaydım. Okulda bir kıza uzaktan aşıktım, onun haberi bile yoktu sanırım! Şarkı sanki benim duygularımı anlatıyordu; adını bile ben koymuştum sanki:

-Anlasana!

Yıllar sonra, gazeteciliğimiz ilk yıllarında tanıştığım İlhan İrem’e bu anımı anlattığımda, gülmüş, “Demek sen de o milyonlardan biriydin” demişti!..

Şarkıları, her nesil tarafından çok sevildi, hiç eskimedi. Şarkıcı olmaktan çok “Ozan”dı halkın gözünde... Sonraları yazılarını, kitaplarını keşfettim. İrem onlardan birinde, ODA TV’ye yazdığı “Araplaşan Gölgeler” makalesinde şöyle diyordu:

-Bütün ulusal değerleri yabancılara satılmış bir coğrafyada bağımsızlıktan bahseden şuursuzlar ve içinde merhamet kırıntısı taşımayıp, “mazlumların umudu” olduklarından dem vuran yalancı çobanlar tarafından efsunlanmış kalabalıkların kısır döngüsü sürüp gidecek...

Ta ki;

Çökük imparatorluk takıntılı kötücüllerin masallarından uyanarak, karanlık suların ve çöllerin ötesindeki ışıltılı mavilikleri görebildikleri günlere kadar.

O da güzelim atına bindi ve gitti... Sonsuzluğa karışan, sanatçı, aydın, yurtsever, devrimci olarak sevdiklerimiz hiçbir zaman unutulmayacaklar...

-Yüzyıllar sonra bile “iyi ki varmışlar” diye kutsanacaklar!