Korkusuz
Ümit Zileli

Hani nerede şeffaflık?

Güzel, sıcacık bir sözcüktür “şeffaflık...”

Özellikle siyaset için, yerel ve ulusal yönetimler için vazgeçilmez bir sözcüktür...

Ülkeyi yöneten iktidar, kentleri, ilçeleri yöneten valiler, kaymakamlar ve belediye başkanları, demokrasiyle yani insan haklarına, sosyal devlet  kurallarına uyan anlayışla yönettilen ülkelerde halktan asla kaçmazlar, yaptıkları hiçbir şeyi saklamazlar...

Bu gibi ülkelerde tüm hesaplar, tüm ihaleler, yapılan tüm harcamalar halka açıktır...

Bu ülkelerde şöyle bir soruyu asla duyamazsınız:

-128 milyar dolar nerede?

Duysanız dahi, yönetim çıkarıp “şak” diye önünüze koyar, o paranın nereye gittiğini kuruşu kuruşuna anlatır, belgeleriyle birlikte...

Böyle yönetilen ülkelerde “bilgi edinme hakkı” kutsaldır; sorulan bir sorunun yanıtının en kısa zamanda muhatabına iletilmesi zorunludur...

Mesela “Bu köprüler, tüneller, otoyollar, hastaneler için ihaleler nasıl yapıldı, bunlara verilen garantilere yılda ödenen miktar ne kadar, bir şehir hastanesi için ‘hasta garantisi’ verilir mi, bir şehir hastanesi karşılığında 10 tam teşekküllü devlet hastanesi yapılabileceği iddiaları doğru mu?” şeklinde soru sordunuz diyelim...

Yetkili kurum ya da kurumlar şöyle bir karşılığı asla düşünemezler:

-Ticari sırdır, açıklanamaz!

Böyle bir yanıt halka büyük hakarettir; çünkü harcanan halkın parasıdır, bedelini ödeyecek olan da bizzat halkın kendisidir... Bu nedenle, yurttaşın sorduğu sorunun yanıtı en açık şekilde verilir, verilmek zorundadır...

-İşte bunun adına şeffaflık denir!

“Kayıplarımızın isimleri açıklansın!”


Böyle bir anlatımla niçin başladığıma gelelim...

Bu millet, pandemi sırasında kaç kişinin öldüğünü, gerçek rakamların ne olduğunu öğrenemedi, ne yazık ki...

Ölüm sayısının ilan edilenden çok daha fazla olduğu iddiaları hem de uzmanları tarafından defalarca iddia edildi.

Mesela, Yılmaz Özdil, köşesinde ilan edilen sayılarla, ekranlara gelen grafikler arasındaki dengesizliği, uçurumu gayet anlaşılır bir şekilde izah etti!

Heyhat!

Hiçbir şey değişmedi, olan biten aynı tas aynı hamam devam etti, sonuçta konu kapandı, durum ünlü özdeyişimizde anlatılana dönüştü:

-Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir!

Şimdi ise büyük bir acının içinde kavrulduğumuz günlerden geçiyoruz...

Yok olan insan sayısı 41 bini geride bıraktı.

Ancak deprem bölgesinden gelen haberler, insanların yıkılmış binaların önünden ayrılmadığını, numara verilmiş mezarlarda kimlerin olduğunu öğrenmek için yırtındığını ortaya çıkardı.

Değişik bir ifade ile izah edeyim:

Çöken binaların altında kaç kişi var, hala bilinmiyor!

Arama kurtarma çalışmaları alelacele sona erdirilip, enkaz kaldırma çalışmaları başlatıldı.

O enkazlar kaldırılırken neler olacak, düşünmek dahi istemiyorum...

Değerli gazeteci ağabeyim Orhan Bursalı, dün Cumhuriyet gazetesindeki köşesinde, son derece akılcı bir öneride bulundu... Şöyle yazdı Bursalı:

-Bugüne kadar tüm deprem kayıplarımızın isimleri yayımlanmalı. Milletin kayıplarını bilme, isimlerini görme ve onları arama hakları vardır. Böylece listede olmayanların isimleri de ortaya çıkar, şeffaflık yaratılır...

-İşte budur!

Devletin görevidir


Devlet bunu hemen yapmalıdır...

Şeffaf olmayı içselleştirmiş yönetimlerin vakit geçirmeden olmazsa olmaz yapması gereken tam da budur!

Prof. Dr. Bilge Yıldız da bu önerinin önemine dikkat çekiyor ve kayıplarımızın sayısının doğru açıklanmasını da talep ediyor!

Dikkat ederseniz bir bilim insanı, “doğru açıklansın” talebinde bulunuyor...

Bulunuyor çünkü yakın geçmiş aksi örneklerle dolu!

Ayrıca, bu, şehir, yapı ve felakete karşı hazırlık için planlamalarda kritik öneme sahip yani çok önemli...

Ayrıca isim listelerinin açıklanması, seçimler için de büyük önem taşıyor...

Şimdi, soru şu:

-Bu iktidar bu işi hakkaniyetle yapar, şeffaflığı ön plana çıkarır mı?

İktidarın geçmişteki performansı hayal kırıklığı... Ancak biz takipte olacağız...