Korkusuz
Memduh Bayraktaroğlu

Güzel nesildik utanmayı biliyorduk

Az sonra anlatacaklarım Kırklareli Atatürk Lisesi’nde yaşandı...

Tarih hocamız Burhan İşcan (Bana göre) harika bir insan...

Çok iyi bir öğretmendi...



Bizim okula tayin olduğunda, Edirnespor’da futbol oynuyordu...

Bizde hem tarih öğretmenliği yaptı...

Hem de...

SÖZCÜ Genel yayın Yönetmeni Metin Yılmaz ve benim de yer aldığım Lise Futbol Takımı’nın antrenörüydü...



Arkadaşlarım, tarih dersinde sınıfın en iyilerinden biri olduğumu hatırlayacaklardır...

1969 yılı 14 Mart Tıp Balosu Subay Orduevinde yapılmıştı...

Ve ben:

Kırklareli Damlalar Orkestrası’nın solistiydim...

Sabah saat dörde kadar şarkı söyledim...





Burhan Hoca da dünyalar güzel eşi Aysun Hanım’la (Cebir öğretmenimizdi) sabah dörde kadar:

Dans etti...





15 Mart’ta ilk ders tarihti...

Ve...

Yazılı sınav olacaktık...



Sınıfa girdiğimde...

Biraz hava olsun...

Biraz da bir gece önceden söz edebilmek için:

“Arkadaşlar” dedim, “Zot (Arnavuk kökenli olan öğretmenimizin lâkabıydı) bu sabah gelemez çünkü sabaha kadar Aysun’la dans ettiler...”.



“Oh be” deyip rahatlayarak:

“Yaşşa!..” haykırışlarının yanı sıra:

“Gelir o be ya gelir gelir yapar imtaanı” kehanetinde bulunanlar daha çoktu...



Onlar haklı çıktı...

Burhan Hoca, Skoda kamyoneti andıran yürüyüşüyle ve hızla girdi sınıf kapısından içeri...



Baktı ki sıralar boş...

Kâğıt, kalem ve silgi yok:

“Yav bugün yazılı yok muydu?..”.

“Vardı örtmenim...”.

“Vardı da kâğıt, kalem, silgiler nerede?..”.



Bana çevrilen bakışları görmezden geldim...

Altına kaçırmış çocuk gibi mahcup bir şekilde...

Kâğıdımı, kalemimi ve silgimi çıkardım...

Öyle sorular sordu ki Burhan Hoca...

Benim de pek fazla ilgilenmediğim...

Tarihi önemi de olmayan yerlerden...



O güne kadar hiç kopya çekmemiş...

Kopya çekmeyi de düşünmemiş biri olduğum halde...

“Tarih dersinin en iyilerinden biri” sıfatını kaybetme endişesiyle...

Tarih kitabını çıkardım, sıranın içinde açtım...



Cevapları bilmesem bile...

Kitabın hangi bölümünde olduğunu hatırlıyordum...

Bir gözüm Burhan Hoca’da...

Diğer gözüm kitapta aramaya başladım...

Ve buldum...

Yazarken öyle dalmışım ki...

Öğretmenin geldiğini fark etmemişim...



Omuzuma dokunan elle kendime geldim...

Başımı kaldırım...

Bir gece önce bana iltifatlar yağdıran...

Şarkı isteyen Burhan Hoca acayip sert bir şekilde bakıyordu...



“Ne yapıyorsun?” diye sordu...

Hiç düşünmeden ve son derecede kendime güvenli bir ses tonuyla:

“Ders çalışıyorum” dedim...



Elini uzattı...

Ne demek istediğini anladım...

Kitabın kapağını kapattım...

Burhan Hoca’ya uzattım...



Kitabın kapağına baktı...

Sonra...

Kitap olan elini havaya kaldırdı...

Kafama:

Yumuşacık vurdu...



Konuyu uzatmadı...

Kitabı ve kağıdımı aldı gitti...

“Dışarı çık” dedi...



Dışarı çıktım...

Birkaç gün sonra notları okudu...

İlkokul dahil ortaokul ve lise öğrencilik hayatım boyunca aldığım ilk zayıftı...

Ama “sıfır” değil:

Dört idi...

Kopya çekerek yaptığım o bir cevabı bile “doğru” kabul etmişti...

Ama beni de acayip utandırmıştı...



Yıllar sonra...

1968-69 mezunları İTÜ’nün Maçka’daki sosyal tesislerinde buluştuk...

Burhan hoca ve eşi Aysun öğretmen de vardı...



Bir ara sahneye çıkıp anılarımızı anlattık...

Ben o günü paylaştım bilmeyenlerle...

Hep birlikte güldük...

Bu arada...

Olgun tavrı ve bana verdiği hayat dersi için öğretmenime o gün edemediğim teşekkürü...

Yaklaşık:

30 yıl sonra ettim...

Ve devam ettim:

“O gün beni o kadar çok utandırdınız ki; dönem sonuna doğru Askerlik Dersi öğretmeni Albay Cemal Şensöz’ün ‘kopya çekmek serbest’ dediği halde kopya çekmeyen tek öğrenciydim... Tabii ki zayıfa yakın not almıştım...”.



Öğretmenleri ve öğrencileriyle güzel nesildik be...

En azından:

Utanmayı biliyorduk...

İyi ki varsınız...


Biz Akyakalılar...

Sanattan beslenen şanslı azınlıktanız...

Geçtiğimiz gece bunu bir kez daha hissettik...

Şansımızla:

Mutlu olduk...



Anlatmadan önce kısa bir hatırlatma:

“Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz. Böyle bir millet bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve alil bir kimse gibidir...”.



Evet canlarım...

Bu özlü söz:

Büyük Devlet İnsanı Mustafa Kemal Atatürk’e ait...



Ve dostlarım...

Atatürk gibi bir Cumhurbaşkanı’nı da bu halk çıkardı...

“Sanatın içine tükürürüm” diyeni de...





“Kader utansın” diyeceğim ama...

Kaderin suçu değil...

Bizim...

Hepimizin suçu...

Çünkü...

Hayatımızı belirleyen en önemli şeylerden biri de:

Halkın siyasi tercihleridir...



Neyse...

Esasa geleyim...



Geçtiğimiz pazar gecesi...

Tiyatro yönetmeni...

Aktör...

Büyük usta:

Kâzım Akşar...

Ve...

Piyanist Murat Kodallı...

Biz Akyakalılara...

Harika bir:

“Müzik ve sohbet” ziyafeti çektiler...



Akşar; Bach, Behooven ve Mozart’ın hayatlarını anekdotlarla ve şirin esprilerle süsleyerek öylesine güzel anlattı...

Kodallı; bu üç, Klâsik Batı Müziği dehasının eserlerinden en az birini öyle mükemmel yorumladı ki...

Konser ve sohbet bitince...

Ayağa kalktık...

Uzun süre ve coşkuyla:

Alkışladık...



Teşekkürler değerli dostum Kâzım akşar...

Teşekkürler ve tebrikler değerli sanatçımız Murat Kodallı...

İyi ki varsınız...

İyi ki biz Akyakalıların da:

Sizler gibi değerli dostları var...

Sanatçı duyarlılığı


Beethoven ilk cumhuriyetçilerdendir...

Hatta...

3.Senfonisini...

İlk zamanlar, “cumhuriyetçi” bir anlayışla harekete geçen Napolyon’a ithaf etti...

Adını da:

“Bonapart Senfonisi” koydu...

Fakat...





Napolyon kendisini kral ilân edince buna çok içerledi...

Senfoninin adını:

“Eroica” yani “Kahramanlık Senfonisi” olarak değiştirdi...

El yazmasında, üstünü karaladı, bir kağıtla kapattı...

Yeniden yazdı...



O yıllarda Avrupa savaşlarla, özellikle de Napolyon’un savaşlarıyla çalkalanıyordu...

Napolyon’un ordusu Avusturya’yı da uzunca bir süre işgal etmişti...

Bu işgale karşı gelen pek çok kişi, soylular da dahil hapse atılıp, giyotinle idam ediliyordu...

Bir gün Beethoven’in tepesi fena halde attı...

Ordu karargahının karşısına geçip bağırmaya başladı:

“Kahrol Napolyon, kahrol faşist Bonapart!”



Askerler onu tutuklayıp, hapse attılar...

Ertesi gün infazlar yapılacaktı.

Büyük ve vakur duruşuyla hücrede bir aşağı bir yukarı gezinirken...

Döneme uygun uzun şapkasını, yüzüne kadar indirmişti...

Bir Fransız Albay sanatçıyı tanıdı...

“Tanımadınız mı?” diye öfkeyle bağırdı askerlere “Bu büyük insan, Beethoven’dir...”.

Emir verdi...

Ve nazik bir reveransla Beethoven’i dışarı çıkardı...



Klâsik Batı Müziği sevenler o Albay’a teşekkür etmeli...

Aksi halde...

9.Senfoni asla olmayacaktı...

Dünün tweeti


Suat KINIKLIOĞLU 

@kinikli88

Adam terör tehdidi var diye kendisine ait konsolosluğu kapatıyor. Yani çalışanların can ve mal güvenliğini önceliyor. Bizimkiler de var olan tehdidi bize söylemiyor; heriflere de ayar veriyor niye
kendini korumaya alıyorsun diye. Hani ayakkabı numarasına kadar biliyordun?