Olağanüstü gündemlerden, olağanüstü günlerden geçiyoruz.

Bir süredir yayınlara katılan konuklarımıza “Ne oluyor şimdi”, “Biz ne yaşıyoruz” dışında soru soramadığımız günler bunlar...

İster çağrı heyeti deyin, ister kayyum...

CHP İstanbul İl Başkanlığı’na mahkeme tarafından atanan Gürsel Tekin’in Pazartesi günü İl Başkanlığı binasına geleceğini açıklaması sonrası, CHP’liler bina önünde Pazar gününden itibaren bina önünde nöbete başladı.

Pazar akşam saatlerinde adı “Huzur” olan mahallenin huzuru kaçtı.

Sarıyer’deki İl Başkanlığı binası önüne bir anda yüzlerce çevik kuvvet yığıldı.

Bina abluka altına alındı, giriş-çıkışlar engellendi.

CHP’liler “burası bizim evimiz” dedi.
Polisi de, kayyumu da sokmayacaklarını söyledi.
Ama polis izin vermedi.

Biber gazlı müdahaleler, arbede, kol kola girip insan zinciri oluşturan partililer, otomobile yaslanıp polise geçit vermeyen vekiller...
İki günde kameralara yansıyan görüntüler “olağan”ın çok dışındaydı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel gözleri dolarak konuştu: “Yazıklar olsun” dedi.

CHP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı Adayı ve seçilmiş İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu sosyal medyadan “Bu partiler üstü, memleket meselesi” diye seslendi.

Ve tüm bu karmaşada Gürsel Tekin polisler eşliğinde İstanbul İl Binası’na girdi.

“Bana tepki gösterenler gerçek CHP’liler değil” sözü günün manşeti oldu.

“Orantısız mizah” denir ya... CHP “orantısız zeka” ile yanıt verdi.

CHP İstanbul İl Başkanlığı taşındı, bina Özgür Özel’in çalışma ofisi ilan edildi.

Yani İl Başkanlığı adeta “kaçırıldı.”

Olayın tartışılacak onlarca farklı boyutu var elbette.

Hak, hukuk, adalet krizi yaşıyoruz.

Ama belki de daha da önemlisi, büyük bir “güven” krizi yaşıyoruz bu ülkede.

★★★

Aldığın yiyeceğe güvenemiyorsun; içinde ne var belli değil.

Diplomaya güvenemiyorsun.

Eğitim sistemine güvenemiyorsun; çocuğun başladığı sistemle de müfredatla da mezun olamıyor.

Sağlık sistemine güvenemiyorsun.

Yenidoğan, diyaliz, radyoloji, stent, hatta randevu... Gittiğin hastanede hangi çeteyle karşılaşacağın belli değil.

Ekonomi yönetimine güvenmiyorsun; kurumların bağımsızlığına, açıklanan verilere, doların gerçek değerinde olduğuna bile inanmıyorsun.

Siyasete gelince işler daha da karışıyor.

Çünkü siyasete zaten hiç güvenemiyorsun...

Oy veriyorsun, zarfa koyuyorsun; aynı zarftaki dört pusuladan biri iptal ediliyor.

Oy veriyorsun, seçiyorsun; seçtiğin görevden alınıyor ya da yerine kayyum atanıyor.

Seçimin kendisi bile sorgulanıyor.

Sonra bugün yaşananları görünce geçmişe gidiyorsun.

Eski seçimler, zaferler, “istikşafi görüşmeler” geliyor aklına.

Farklı bir parti yönetimi ve farklı bir tutum olsa, bugün bambaşka bir tablo olabilir miydi diye soruyorsun.

★★★

Adalet cephesi zaten darmadağın.

Bir mahkemenin kararını diğeri beğenmiyor.

Biri öyle diyor, biri böyle.

Biri reddediyor, diğeri kabul ediyor.

Özgür Özel İl Başkanlığı ile ilgili kararı 9.Asliye Ceza Mahkemesi’nin reddettiğini, 10’uncu mahkemenin bu kararı aldığını söylüyor mesela.

Ya da Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler’in durumu...

187 gün sonra tahliye oldu. Savcılık tahliyeye itiraz etti.

17.Ağır Ceza Mahkemesi tekrar tutuklama talebini reddetti.

Bir üst mahkeme; 18. Ağır Ceza kabul etti. Köseler yeniden cezaevine gönderildi.

İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya “Mahkeme kararlarını yok saymak hukuka meydan okumaktır. Hiç kimse kanunların üstünde değildir” diyor.

Ama aynı anda AYM kararları, AİHM kararları yok sayılabiliyor.

Hukukun güvenilirliği işte böyle aşınıyor.

★★★

 Üstelik iki gündür yaşadıklarımız bize şunları gösterdi: Koca bir kuralsızlık düzeni içindeyiz.

Milletvekili bile olsanız “dokunulabiliyorsunuz” örneğin.

Polis sizi süpürebiliyor, yüzünüze biber gazı sıkabiliyor.

Sadece size de değil...
Bu ülkenin ana muhalefet partisinin, Türkiye’nin en kalabalık şehrindeki il başkanlık binasının içine de o gaz sıkılabiliyor.
Ve o partinin il başkanı, ne kadar uğraşsa da hizmet ettiği şehrin valisine ulaşamıyor.

Bugün yaşadığımız, yalnızca bir binaya girip girmeme meselesi değil.
Devlet ile toplum arasındaki güven sözleşmesine vurulmuş ağır bir darbe bu.

Bertolt Brecht’in dediği gibi “Halkın ekmeği adalettir.”

Ve o ekmeği pişirecek olan da bellidir: Halkın ta kendisi.

Çünkü güven olmadan ne siyaset ayakta kalır, ne adalet, ne de ekmek.

Ve işte tam da bu yüzden Türkiye’nin en büyük meselesi artık güven krizidir.