Gidilme sürecinin tantanası boldu. Hangi parti, hangi üye gidecekse kapılar aşındırıldı. Polemikler çıktı laboratuvarlardan. Deney tüpleri milli bir meselenin üzerine dökülmek istendi, restleşmeler geldi peşi sıra...

Seçmende kırılma, meselenin özü, süreçte sıkışma gibi hayli afili sözcük öbekleriyle atıldı manşetler ama toplumdaki karşılığının kenarından kıyısından bile geçmedi içerik...

Neyse...

Çok bir önemi de yokmuş gibi anlatıldı...

Zira sessiz sakin, gizli saklı veya aşırı kontrollü gidildiği anlaşılan bir İmralı ziyaretinde neler konuşulduğuna epey kısıtlı ulaştık. En az üç saat süren görüşme MİT’in ses kaydına 16 sayfa olarak yansımış, bu dökümün Meclis’e yansıması ise 4 sayfa.

Özetin özeti gibi bir durum...

Fakat yazının başlığı bundan gelmedi. Özetin özetini çıkarmak işini İmralı başka yönden denedi.

Şu sıra terör örgütünün kurucusu Öcalan’ın, çözüm sürecinin nihai şartını nasıl çetrefilli bir boyuta getirdiğini anlamak gerekiyor. 

T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, aynı zamanda Öcalan ile görüşen meclis heyetinin de bir üyesi...

Çok açık bir tartışmayı faş ediyor, sis bulutunu çekmek isteyip görünür kılıyor. Öcalan’ın “Suriye’de Şara bir diktatöre dönüşebilir” diye endişe ettiğini söylüyor. 

Bu ne demek, biliyor ve anlıyor muyuz?

Terör örgütünün lağvedilmesi çağrısının muhatabı olup olmadığı tartışılan YPG’nin durumuna dair bir ön alma hissettiriyor. 

Çünkü Öcalan “Suriye’de sistem yine bir diktatörlüğe dönüşecekse Kürt güçleri bunun bir parçası olmayacaktır” da diyor.

Kastettiği terör örgütünün Suriye kolu YPG elbette. Yani bizim “silah bırakma çağrısının muhatabı” dediğimiz ama sürecin diğer cephesinin “onlar buna dahil değil” diye itiraz ettiği yapı.

Gerçi bir formül tasarlandığı da Koçyiğit’in şu cümlesinden anlaşılıyor: Öcalan, SDG’nin iki güce ayrılabileceğini; birinin merkezi orduya entegre olabileceğini, diğerinin ise bölgede yerel asayişi sağlayabileceğini düşünüyor. 

Peki en baştan bu yana haklı olarak ortaya koyduğumuz, ülkemizin sınırları ve milli güvenliğimize dair hassasiyet böyle karşılanmış olacak mı?

Zira Sözcü’nün dünkü manşet haberinde YPG’nin tam da bu büyüme eğilimi vardı. Sürecin o ayağına daha dikkatli bakmak gereken dönemdeyiz.

KÖŞENİN GÖZÜ

Yunanistan cephesinde olan bitenleri ve Ege’ye dair konuşulmayanları konu etmemiz gerekiyor. 

Zira komşu birçok adadaki silahlandırma eğilimini yeni atılımlarla kaşımanın derdinde. Seyyar konuşlanacak mühimmatlardan söz ediyorlar. 

Aynı anda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş kodlarını da tartışmaya açmak niyetindeler. 

Mesela geçtiğimiz günlerde epey az takipçili bir Yunan gazeteci, basketbol milli takımımızı hedefine alarak aklınca, kadrodaki sporcuların kökenlerinin farklı olduğunu ama yine de bizim sahiplenmeye çalıştığımızı ima etmiş. Yani o hesapçı akla göre; aslında görünürde Türk kimliği “güya” yokmuş. 

Cevabı da iliştirelim de konu havada kalmasın. 

EDAM Direktörü Sinan Ülgen, o gazeteci adı altında başka bir hesaba girişen kişiye şöyle bir yanıt vermiş:

“Türkiye’nin ne olduğunu ne kadar da güzel anlatıyor. Atatürk’ün yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden yükselen modern bir ulus devlet projesinin başarılı olduğunun gerçek bir kanıtı. Bu, modern Türkiye’yi bölgedeki birçok benzerinden ayırmaya devam eden bir durum.” 

Geçtiğimiz ayki tartışmaya neden şimdi değindiğime gelince...

Ulus devlet projesinin hatalı olduğunu bugünlerde başka kim savunmaya çalışmıştı?

ABD Ankara Büyükelçisi Tom Barrack.

Zamanlama hep manidar.

KÖŞENİN SÖZÜ

“Tarih sürekli öğretiyor ama çok öğrenci bulamıyor.” - Avusturya Atasözü.