1. Abdülhamit’in 5. kuşaktan torunu Nilhan Osmanoğlu’nu anımsayacaksınız...

Hani, internette pazarlama yapan, Galatasaray Adası’nın ve dahi birçok mülkün ailesine ait olduğunu iddia edip sonrasında çark eden bir hanımefendi vardı, hah işte o!

Bu muhterem zat uzun yıllar önce Bağcılar Belediyesi Kadın ve Aile Kültür Sanat Merkezi’nde düzenlenen söyleşi programına katılmıştı... Aaa, bir de ne görelim, referanduma kadar başı açık, saçlarını gayet ilginç biçimde tarayan, biçimlere sokan Nilhan Hanım tesettüre girmişti!

Neyse, kendi bileceği bir şeydi tabii; padişah torunu, burada yaptığı konuşmada, öteden beri hayal ettiği “büyük projeyi” açıklamıştı.

- Osmanlı Devleti’ndeki “Enderun Sistemi” temeline dayanan Başkanlık okulları projesi!

Öncelikle belirteyim, bu “şahane proje” tamamen kendi özel okul projesiydi. Nilhan Hanım bunu da şöyle anlatıyordu:

- Bu kendi yerli ve milli liderlerimizi geliştirme projesi. Yıllarca ülkemizin birlik, beraberlik ve bütünlüğünü düşünmeyen mebuslar oldu (Cumhuriyeti kastediyor!) Ülkemizin yeni yönetim sisteminde buna ihtiyaç var. Kendi fikir liderlerimizi, başkan adaylarımızı, siyasetçilerimizi ve ilim adamlarımızı yetiştireceğiz!..

Gerçekten büyük, iddialı projeydi! Aslında hanımefendinin lafı evirip, çevirmesine gerek de yoktu; söylemek istediği gayet açıktı:

- Yeni Türkiye’nin gelecekteki sultanlarını, vezirlerini, ulemasını yetiştirecekti!

Üstelik müthiş karlı bir iş olacağı da kesindi... Tabii o bir hanedan üyesi olarak bunu “tarihe iz bırakmak, aileye yakışır bir şey yapmak” olarak açıklıyor ve bakın ne diyordu:

- Tabii ki onların yaptıklarını başarmam mümkün değil. Düşünsenize sorsalar, ‘dedeniz ne iş yapardı?’ diye “İstanbul’u fethetti!”

Enderun Mektebi ne iş yapardı?

Enderun Farsça “İç Saray” anlamına geliyor...

Osmanlı’da sarayların harem ve hazine bölümüne bu isim verilirdi. I. Murad zamanında, Edirne fethedildikten sonra, 1363 yılında Enderun Mektebi yani “Saray Okulu” kuruldu. Yüzyıllarca bazı değişikliklere uğrayarak 1908 devrimine dek varlığını sürdürdü.

Hanedan üyesi hanımefendi, “kendi milli liderlerimizi geliştirme projesi” şeklinde pazarlıyordu ama gerçek ne yazık ki pek öyle değil!.. Enderun Mektebi’nde Hıristiyan ailelerden devşirilen çocukların zeki ve gösterişli olanları seçilerek saraya alınıyor ve özel bir şekilde yetiştiriliyorlardı!

Fatih Sultan Mehmet döneminde iyice geliştirilen bu okulun en başta gelen özelliği, buradan yetişmeyen kişilere yönetimde, ordu ve bürokraside önemli görev verilmemesiydi. Peki böylece ne oluyordu derseniz, çok basit:

- Devletin kurucu unsuru olan Türkler, yönetimden dışlanmış oluyordu!

Peki bu mektep nasıl işliyordu? Seçilerek alınan çocuklara Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, kelam gibi dini dersler, edebiyat, şiir, dil bilgisi, Arapça, Farsça ile matematik, coğrafya ve mantık gibi müspet ilimler dersleri okutuluyordu... Dikkatinizi çekerim; Osmanlı coğrafyasının diğer hiçbir bölümünde, bu tür dersler yoktu! Bu coğrafyada geri kalan tüm çocuklar tekkelerde, mahalle okullarında din adamları tarafından eğitiliyorlardı!

Enderun mektebinde eğitilen çocuklara ayrıca Osmanlı Saray geleneği ve görgüsüyle protokol kaideleri ve bürokratik işler öğretiliyordu. Bunun yanında çeşitli sanat kollarında beceriler kazandırılıyordu...

Bu mektepteki öğrencilerin ortak sıfatı “İç Oğlanı” idi. Ortak bir kültürü özümseyerek saray ve padişah hizmetlerinin yürütülmesini sağlarlar, böylece Osmanlı Devleti’nin sarayda, yönetimde, ordu ve bürokraside ihtiyaç duyduğu üst düzey kadroların önemli bölümü yetiştirilirdi. Sarayda aşama aşama yükselerek Sancakbeyi rütbesiyle taşrada görev alırlar, göze giren, yararlılık gösterenler ise sadrazamlığa kadar giden yola girerlerdi...

Türklerin olmayan Osmanlı!

Bu durum II. Mahmut dönemine, yani 18. Yüzyıl sonlarına kadar sürdü. Bu tarihten sonra devşirme sisteminin bozulmasıyla birlikte sistem de sarsıldı, bir yüz yıl sonra da tarihten silindi gitti!..

Enderun Mektebi’nin hüküm sürdüğü yüzlerce yıl içinde, Türkler yönetimden uzaklaştırıldığı gibi, özellikle Yavuz Sultan Selim’den itibaren Türk “etrak-ı bi idrak” yani idraksiz, geri zekalı olarak tanımlanırken, Araplar için bizzat Sultanın ağzından “Kavmi Necip” tanımlaması yapıldı!.. Sultan Selim’in Safevi Sultanı Şah İsmail’e gönderdiği Farsça yazdığı mektuptaki şu hitap belki bir fikir verebilir:

- Eyy, Eşek Türk!

Demek ki yeniden 700 yıl öncesinin “modern bakışına!” dönmenin hayalini kuranlar var... İyi güzel de “devşirmeyi” nereden bulacaksınız. Yaşadığımız yüzyılda artık “fetih” yok, günümüzde buna “işgal” diyorlar! Haa bir zamanlar Hristiyanların yaptığı gibi “kral, yönetici” ithal etme gibi bir fikirden yola çıkılıyorsa bilemem tabii! Ancak uyarmış olayım; ona da hiçbir şekilde “milli lider geliştirme projesi” filan demiyorlar... Geçen yüzyılın başında adı konmuş, bir büyük Kurtuluş Savaşı ile de defedilmişti:

- Manda yönetimi!

Aradan yıllar geçti... Peki, Nihan Hanım’ın ballandırarak anlattığı “şahane projesine” ne oldu? Bildiğim kadarıyla hayata geçmedi... Ya yeteri kadar devşirme bulamadı ya da proje pek bir uçuk bulundu! Yazık oldu bence... Türkiye Yüzyılı Yeni Müfredatı’na da çok yakışırdı vallahi...

- Şöyle Eton College, Exeter University tadında bir eğitim kurumunu mu kaçırdık ne?