Yarın 1 Ekim.

Gazi Meclis bir kez daha kapılarını açıyor.

Ama bu kez tarihe geçecek bir ilk yaşanacak: Ülkenin kurucu partisi, kurduğu Meclis’in açılışında olmayacak.

Geçen yıl bu vakitler bambaşka bir hava vardı.

Normalleşme” deniliyordu.

CHP, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayakta karşılamış, alkışlamıştı.

Parti içinde bile “fazla ileri bir jest” diye tartışılan bir adımdı.

Ama o gün TBMM salonuna hakim olan rüzgar, en azından bir yumuşama işaretiydi.

Aradan 365 gün geçti.

Bugün tablo tamamen değişti.

İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Adıyaman, Antalya...

Türkiye’nin en büyük 3 şehri dahil 6 CHP’li belediye hakkında soruşturma var.

İlçelerle birlikte 17 CHP’li belediye başkanı tutuklu.

CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı, seçilmiş İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, 12 metrekarelik bir hücrede gün sayıyor.

Bir yıl önce “demokrasi adına jest” yapan CHP, bugün belediyelerine ve kadrolarına yönelik operasyonlarla yalnızca kendi varlığını değil, Türkiye’de demokrasinin nefesini korumak için de ölüm kalım savaşı veriyor.

★★★

Ve işin en çarpıcı yanı...

TBMM’nin duvarında koca harflerle Mustafa Kemal Atatürk’e ait şu cümle yazar: Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.

Milletvekilleri yüzlerini o yazıya dönük oturur, her an ona bakarlar.

Ama millet iradesi operasyonlarla, kayyumlarla yok sayılıyor.

Milyonlarca seçmenin oyu çöpe atılıyor.

Belediyeler, sandıkla değil; siyasi operasyonlarla, kesmeyince de transferlerle el değiştiriyor.

Duvara yazılan sözle hayatta yaşanan gerçeklik arasındaki uçurum herhalde hiç bu kadar büyümemişti.

Eğer egemenlik gerçekten milletinse, neden milletin iradesi sürekli gasbediliyor?

Ve yarın Meclis açıldığında o yazıya bakarak turuncu deri koltuklarına oturanlar, vicdanlarını gerçekten rahat tutabilecek mi?

Soru çok...

Net olan ise şu: CHP’nin Meclis açılışına gitmeme kararı, yalnızca bir protesto değil; bu ülkenin demokrasiye hala sahip çıkabildiğinin en güçlü hatırlatmasıdır.

Çünkü “egemenlik” ya duvarda asılı bir kelime olarak kalacak ya da halkın iradesiyle yeniden hayata geçirilecek.

“Odak” olmak ya da olmamak

“Odak” ne demek?

TDK’ya göre “Işınların bir mercekten geçtikten sonra toplandığı yer.” Geometride bir ışık huzmesinin toplandığı nokta...

Psikolojide, dikkatini verdiğin merkez.

Peki, siyasette?

Türkiye’de “odak” kelimesini en çok demokrasi hafızasında kara bir gölge olan parti kapatma davalarında duyduk.

Anayasa madde 68/4 şöyle diyor.

“Siyasi partilerin tüzük ve programları ile eylemleri, Devletin bağımsızlığına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, eşitlik ve hukuk devleti ilkelerine, millet egemenliğine, demokratik ve laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz; sınıf veya zümre diktatörlüğünü veya herhangi bir tür diktatörlüğü savunmayı ve yerleştirmeyi amaçlayamaz; suç işlenmesini teşvik edemez.

69.madde şöyle devam ediyor.

“Bir siyasi partinin 68. maddenin dördüncü fıkrası hükümlerine aykırı eylemlerinden ötürü temelli kapatılmasına, ancak, onun bu nitelikteki fiillerin işlendiği bir odak haline geldiğinin Anayasa Mahkemesince tespit edilmesi halinde karar verilir.”

★★★

 “Odak olmak” muğlak ama siyasetin en ağır damgası.

Bir partiyi kapatmanın yegane kapısı.

Ve bugün bu “meşum” kelime, CHP’nin kapatılmasını isteyenlerin dilinde.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ile özdeş, ülkenin kurucu partisi CHP’den bahsediyoruz...

Önce İstanbul İl Kongresi’ni durdurmak isteyenlerin ağzından çıktı.

Kongreyi durdurmak için gelen avukat Cevahir Kılıç, CHP yöneticileri ile girdiği tartışmada, “CHP kapatılırsa tek sorumlusu sizsiniz. Partiyi suç odağı haline getirenler sizlersiniz” deyiverdi.

Üstünde durmayıp geçelim dedik, olmadı.

Günler geçti; sosyal medyadaki tartışma bitmedi.

“Malum” hesaplarda polemik büyütüldü.

Belli ki ince bir hesap var. Bir gündem kuruluyor..

Soru ise ortada: Hangi suçun odağı?

Parti programı ya da eylemler yukarıda açıkça yazan hangi maddeye giriyor?

Yanıtı belli.

O zaman odağı kaydırmamak gerek...

Bugün Türkiye’nin gerçekten odaklanması gereken tek şey var: Hukuk devleti, demokratik siyaset ve eşitlik ilkeleri.

Bir ülke ancak demokrasiyi odak haline getirerek yolunu bulabilir.

Diğer tüm tartışmalar bizi asıl sorunlardan uzaklaştırıyor.