Dil, bir milletin hem hafızası hem de kimliğidir. Kullanılan kelimeler, bir toplumun dünyayı nasıl algıladığını, neye değer verdiğini gösterir. Kendi dilini doğru kullanamayan bir toplumda sorun sadece gramer hataları değildir. Bu, aynı zamanda düşünce sisteminin de yeterince gelişmediğinin, kendini doğru dürüst ifade edemediği gibi karşısındakini de kendi sınırları içinde algılayabildiğinin göstergesidir.
Kelimeleri genellikle yanlış telaffuz eden, anlamlarını tam bilmediği için yanlış kullanan, kitap okumadığı için bir türlü doğru yazamayan insanlardan sizi doğru anlamalarını beklemek, her zar attığınızda düşeş gelmesini beklemek gibi bir şeydir.
Dili doğru kullanmak sadece iletişim açısından değil, yaşanılan kültürdeki kavramları doğru oluşturmak açısından da önemlidir. Kullandığınız dil, sizin eğitiminizi, görgünüzü, kişiliğinizi, yani sizi anlatır aslında.
Kelimeler ve onlara yüklenen anlamlar düşünce tarzınızı, hayata bakışınızı belirler. Sonuçta işaret diliyle de anlaşmak mümkünken, insanoğlunun dili çeşitli kavramları oluşturabilecek şekilde başarılı kullanabilmesi, onu bu günlere getirmiştir.
Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada karşılaştığım bir sokak röportajında Amerikalılara, ülkelerinin resmi dilinin ne olduğu soruluyordu. Pek çoğu “Amerikanca” cevabını verdi. Kendi dilinin İngilizce olduğunu bilmeyen bir toplumun Trump gibi saçma sapan birini başkan olarak seçmesinden daha doğal ne olabilir?
★★★
Bir dilde kelimelere yüklenen anlam, kişinin olaylara nasıl tepki vereceğini de belirler. Bu nedenle bazı kelimelerin yanlış ya da kasıtlı şekilde farklı kullanılması, taşıdığı anlamın çarpıtılması ya da içinin boşaltılması, olayların sağlıklı değerlendirilmesini engeller.
Örneğin “özgürlük” kelimesi sürekli tehdit ya da tehlike ile yan yana kullanılırsa, insanlar bir süre sonra özgürlüğü tehlikeli bir şey gibi algılamaya başlar.
İşte “elit” kelimesinin başına gelen de budur. Elit, en sade tanımıyla topluma yön veren, yüksek eğitimli, kültürel birikimi olan bireyleri tanımlar. Bu tanım çerçevesinde bilim insanları, sanatçılar, düşünürler veya toplumu dönüştürme gücüne sahip kişiler “elit” olarak kabul edilir.
Türk Dil Kurumu’na göre “elit” “seçkin” demektir. Yani bir toplumun eğitim, bilgi, görgü ve yaşam biçimi açısından en nitelikli kesimidir. “Elitizm” ise bu nitelikli kişilerin yönetimde yer alması gerektiğini tartışan bir siyaset felsefesidir.
İlber Ortaylı’ya göre elit olmak ne parayla ne de diplomayla ilgilidir. İyi bir muslukçu da, nitelikli bir bilim insanı da bu sınıfa dahildir. Temel ölçüt liyakattir.
★★★
Ancak “elit” ve “elitist” kavramları, Türk toplumunda yalnızca sosyolojik bir sınıfı değil, aynı zamanda tarihsel bir ayrışmayı ve kültürel bir gerilimi de temsil etmektedir. Her ne kadar köken olarak seçkinlik, nitelik ve birikim gibi olumlu anlamlar taşısalar da, bu kelimeler zamanla “halka tepeden bakan”, “toplumun değerleriyle bağ kuramayan” kişilerle özdeşleştirilmiştir.
Bu durum, bilinçli bir politik stratejinin sonucudur. “Elit” kavramı, halkın karşısına kasıtlı biçimde bir tehdit unsuru gibi konmuş; toplumu dışlayan, seçkinliğini ayrıcalık olarak kullanan kişilerle özdeşleştirilmiştir.
Toplumda seçkin olmak, kibirli olmakla karıştırılmış; “elit” ve “elitist” kavramları gerçek anlamlarını yitirmiş, bu da nitelikli bireylerin toplum içindeki değerini zedelemiştir.
Sonuç olarak, bu iki kavramı anlamak ve doğru kullanmak yalnızca dilsel bir mesele değil; aynı zamanda toplumsal ve kültürel bütünleşme açısından da çok önemlidir. Elit kavramının yeniden olumlu anlam kazanması; eğitimli, kültürel birikimi olan, liyakat sahibi bireylerin hak ettikleri mevkilerde yer bulabilmesi için şarttır.
İnsanları ‘‘elitist ve seçkinci’’ diye aşağılamak, geri kalmış toplumların ortak hatasıdır. Bugün gelişmiş ülkeler liyakat prensibine dayalı olarak elitisttir ve kişileri hak ettikleri pozisyona koyan sistemleri olduğu için gelişmişlerdir. Gelişmişliğin sırrı işte burada gizlidir.