Bir kısacık yaz daha bitti gitti. Bütün mevsimler 3’er ay sürdüğü halde, neden en kısası yazmış gibi geliyor bana?

Sanki kış o kadar uzun ki hiç bitmiyor... Ben yaz kadınıyım ve her yaz bitişinde, arkasından kısa bir süre de olsa yas tutarım. Bazıları gibi sonbaharı hiç sevmem, hiç romantik bulmam.

Bir insan 100 yaşına kadar yaşasa, 100 adet yaz görür. O kadar uzun yaşamak maalesef herkese nasip olmuyor. Giden yazlardan sonra geleceğe baktığımda, daha kaç yaz kaldı ki diye düşünüyorum.

Her sonbaharla birlikte içime bir hüzün çöküyor; daha melankolik ve depresif bir ruh haliyle baş başa kalıyorum. Sanki yaprakların dökülmesi, güneşin daha erken batması, bir tür “bitme” duygusunu hissettiriyor.

Bilim insanlarının yaptıkları araştırmalara göre yazdan sonbahara geçiş benim gibi birçok kişi için ruhsal bir değişimi de beraberinde getiriyor. Bu geçişin psikolojik etkileri, gün ışığının azalmasıyla daha da belirginleşiyor.

Mutluluk hormonu olarak bilinen serotonin seviyesi, doğrudan güneş ışığına bağlıdır. Güneş ışığı azaldığında vücudumuz daha az serotonin salgılar ve bu da insanların kendilerini daha yorgun, bitkin ve enerjisiz hissetmelerine neden olur.

Örneğin, güneş ışığının az ve yetersiz olduğu ülkelerde, kış aylarındaki uzun, karanlık dönemler insanların psikolojisi üzerinde büyük etkiler yaratıyor. Güneş ışığı eksikliği, Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu (SAD) adı verilen bir rahatsızlığa yol açmakta ve bu durum, intihara meyil oranlarının da artmasına neden olmaktadır.

Finlandiya, Norveç, İsveç, Hollanda ve İngiltere gibi ülkelerde yapılan çalışmalar, kış aylarında depresyon ve intihar oranlarının belirgin şekilde yükseldiğini ortaya koymaktadır.

Saatler geri alınmadıkça karanlık uzuyor

Tam da bu noktada kış saati uygulamasının önemi ortaya çıkıyor. Kış saati, gün ışığından daha fazla yararlanmayı amaçlayan bir düzenleme. Sabahları daha erken aydınlanan hava, özellikle okula giden çocuklar ve sabah erken saatlerde işe başlayanlar için büyük bir önem taşıyor.

Aydınlıkta uyanmak, vücudumuzun doğal saatine daha uyumlu ve güne daha dinç bir başlangıç yapmamızı sağlıyor. İnsanların gün ışığına daha fazla maruz kalması, hem enerji seviyelerini artırıyor hem de daha üretken olmalarını sağlıyor. Ayrıca, bu uygulama enerji tasarrufu açısından da önemli; çünkü sabahları daha az enerji tüketiliyor.

Normalde yaz saati uygulaması, her yıl ekim ayının son pazar günü sona erer ve bu tarihte kış saati uygulamasına geçilirdi. Avrupa Birliği ülkeleri ve birçok diğer ülke hâlâ bu geçişi genellikle aynı zamanda yapıyor.

Ancak Türkiye’de 2016 yılında alınan bir kararla yaz saati uygulaması kalıcı hale getirildi ve artık kış saati uygulamasına geçilmiyor. Yani Türkiye, yıl boyunca yaz saati kullanıyor ve saatler geri alınmıyor. Bu da birçok fizyolojik, psikolojik ve ekonomik sorunu beraberinde getiriyor.

Karanlıkta uyanmak, hem psikolojik hem de fiziksel olarak insanları karamsarlaştırıyor. İnsanların biyolojik ritimleri bozuluyor. Özellikle çocuklar, sabahları uyanmakta daha fazla zorlanıyor; ebeveynler ise güvenlik açısından çocuklarını karanlıkta okula gönderirken tedirginlik yaşıyorlar. Çocuklar zifiri karanlıkta okula gidiyor, uykusuz ve bitkin bir şekilde derslere başlıyorlar. Çalışanlar da benzer şekilde, sabah karanlıkta kalkıp işlerine gitmek zorunda kalıyorlar.

Bu düzenlemeyle enerji tasarrufu yapıldığı iddia edilse de toplumsal sağlık göz ardı edilirken, enerji tasarrufunun da gerçekten sağlanıp sağlanmadığı tartışmalıdır. Oysa gün ışığından doğru şekilde yararlanmak, sadece bir enerji meselesi değil, aynı zamanda toplumsal huzurun ve refahın bir gereğidir. Toplumsal refah ise enerji tasarrufundan çok daha öncelikli bir mesele olmalıdır.

Çocuklarımızın karanlıkta okula gitmeye zorlandığı, ebeveynlerin sabahları endişe içinde olduğu ve çalışanların sabah karanlığında güne başlamak zorunda kaldığı, insan biyolojisine ve toplumsal ihtiyaçlara aykırı bu sistem artık tekrar gözden geçirilmelidir.