Kesinlikle çok başarılı diziler olduğunu düşünüyorum. Hem Kızıl Goncalar hem de Kızılcık Şerbeti’ni merakla izliyorum. Oldum olası benim gibi yaşamayan insanların hayatlarını merak ettim. Eleştirmeden –ki hakkım yok, anlamaya çalışarak, benim gibi yaşayanların hayatındaki boşluklara anlam vermeye çalıştığım gibi, onların da neyi niçin yaptıklarını anlamaya çalıştım.
Her iki dizi de içeriden şahitliklerle beslendiği için bana çok yardımcı oldu. Bir gazeteci olarak okuduklarım, sahada yaşadıklarıma ekleyince anlamaya başladığımı söyleyebilirim.
Kızıl Goncalar’da tarikatların işleyişini görüyoruz. Filiz Gazi gibi bir gazeteciden danışmanlık almış olmaları diziyi sahici kılıyor. Birbirimize karşı önyargılarımız, herkesin kendi yararına, çıkarına koyduğu kurallar, kadının yaşadığı eziyet tüm çıplaklığıyla karşımızda.
Kızılcık Şerbeti’yse bambaşka. İki aile arasında olup bitiyor ne oluyorsa. Biri seküler, diğeri dindar bir aile. Herkesin bir şekilde birbiriyle ilişkisi var. Dindar ailenin reisi Abdullah Bey’in seküler kadınlara aşkla bakışı, erkek kardeşinin, oğlunun zira aynı seçimleri yapması bir yana, kızlarının namusu üzerinden verdikleri kararların ikiyüzlülüğü başka bir yana.
Çok merak ediyorum, sekülerler ve dindarlar bu dizileri izlerken kendi haklılıkları üzerinden mi puanlıyorlar, yoksa birbirini anlamaya çalışan kimse var mı?
Anlamaya çalışmak, kutuplaşmayı çözmeye yarar umarım. Tam tersi safları sıklaştırıyor da olabilir.
Elbette dizilerin böyle bir misyonu yok, ancak bu kadar çok tesettürlü dizi oluşunun bilinçli bir politika olup olmadığından yana şüphem var.
Bakınız Kanal D’de yeni bir dizi daha başlıyor, adı Piyasa.
İlayda Alişan’ın ‘Münevver’ karakterini canlandırdığı ve tesettüre girdiği dizi medya, magazin ve dizi dünyasındaki aşk, ihanet ve güç mücadelesini konu alacakmış.
Ekranlardan fışkıran kahramanlık destanları, Diriliş Ertuğrul, Kuruluş Osmanlar...
Zenginlerin mutsuz olduğu yalılı diziler...
Konaklarda geçen töre dozu yüksek yapımlar...
Şimdi de tesettürlü diziler...
Bir toplum inşasında dizi politikasından bahsetsek yanılmış olur muyuz?
NİHAYET DİLİMİZE ÇEVRİLDİ
Siz de benim gibi Umberto Eco hayranıysanız, müjdem var. Eco’nun ilk kez 2003 yılında İtalyancada yayımlanan ünlü kitabı ‘Neredeyse Aynı Şeyi Söylemek’, nihayet dilimizde. Eco, bu kitabında kendi deneyimlerinden derlediği zengin örneklerle çeviri olgusuna sistematik bir bakış sunuyor. On dört bölümden oluşan kitabın her bölümü farklı bir çeviri olgusu için yeni bir bakış açısı getiriyor ve çeviriyi dil, kültür ve iletişimin vazgeçilmez bir bileşeni olarak tartışmaya açıyor. 2024 yılında Venedik Sarayı’nda düzenlenen törenle İtalya devleti tarafından şövalyelik unvanı alan Eren Cendey’in İtalyanca aslından çevirdiği kitap, üç yıl süren bir çalışma sonucu, çevirmen ve akademisyen Betül Parlak Cengiz’in danışman editörlüğünde ve Fabio Salomoni’nin de katkılarıyla Doğan Kitap’ın 25. Yıl hediyesi olarak yayımlandı.
Bir daha dünyaya gelsem, gençliğime “Daha az endişelen, anın tadını çıkar” derdim
Bugün ‘Apolitik’ soruları CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökan Zeybek yanıtladı.
Ailelerine yeni katılan ‘sevgili kızımız’ dediği İzem Armağan‘la oğlu Gökberk’in söz merasiminden güncel bir fotoğraf. Fotoğrafta Zeybek’in eşi Çiğdem Hanım ve kızı Göksu’yu da görüyorsunuz.
Güne başlarken bir ritüeliniz var mı?
Evdeysem, güne 35 yıldır aynı yastığa baş koyduğum eşime bakarak ve onun varlığına şükrederek başlarım. Tabii tüm dünyadaki haber özetlerini okurum. Mutlaka bir bardak su içerim ve ardından kahvaltı .
En son hangi kitabı okudunuz?
Bilal Öztürk’ün ‘Okyanusta Bir Sandal’ kitabını okudum. Çocukluk ve gençlik mücadelesini anlatan etkileyici bir hikâye.
En son hangi filmi izlediniz?
Selvi Boylum Al Yazmalım. “Sevgi mi, emek mi?” sorusuna verdiği anlamlı mesaj beni her seferinde etkiler.
En sevdiğiniz ses hangi sestir?
Ailemin “Hoş geldin” demesi, kuş cıvıltıları, yağmur ve deniz sesi.
En çok dinlediğiniz üç şarkı?
Ruh halime göre değişir ama Karadeniz ezgileri, Aşık Mahsuni ve Musa Eroğlu ile hafta sonları Serhan Asker ‘in “Görkemli Hatıralar” programı vazgeçilmezlerimdir.
Türkiye bir şarkı olsa hangisi olurdu?
Memleketim, çünkü aidiyet hissi verir.
Aşka inanır mısınız?
Evet, aşk hayatı anlamlı kılar.
Kırmızıçizginiz nedir?
Saygısızlık ve samimiyetsizlik.
En sevdiğiniz yemek?
Ev yemeklerini severim. Özellikle zeytinyağlılar ve sebze yemekleri favorimdir.
Asla yemem dediğiniz bir şey var mı?
Yağda kızarmış ağır yemekler.
Sizi ne heyecanlandırır?
Yeni yerler keşfetmek, sevdiklerimle vakit geçirmek ve Galatasaray!
Yağmur mu, güneş mi?
Güneşli havaları severim ama hafif yağmur da huzur verir.
Güz mü, ilkbahar mı?
Her ikisi de... Güz, dinginliğiyle, ilkbahar, yenilenmişlik hissiyle ruhuma iyi gelir.
İnsanlarda en sevmediğiniz üç hareket?
İkiyüzlülük, ukalalık, küçümseyici tavırlar.
Geçmişe dönüp birine bir şey söyleme şansınız olsa, kime ne söylersiniz?
Gençliğime: “Daha az endişelen, anın tadını çıkar.”
Telefonsuz üç gününüz olsa ne yaparsınız?
Ailemle vakit geçirir, kitap okur ve yürüyüş yaparım.
Yeniden dünyaya gelseniz, kim olmak isterdiniz?
Kendim olmak isterim ama yine aynı ailemle.
Herhangi bir enstrüman çalar mısınız?
Ruhumda bağlama çalan bir versiyonum var.
Kaç yaşına kadar yaşamayı dilersiniz?
Sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürdüğüm sürece yaş önemli değil ama torunlarımın düğünlerini görebilecek kadar uzun yaşamak isterim.
HA ŞUNU BİLEYDİNİZ BEYLER!
Berlin Humbolt Üniversitesinde yapılan bir araştırma, romantik ilişki veya evlilikte erkekler o ilişkinin bitmesinden ve yalnız kalmaktan korktuklarını ortaya koymuş. Bu durum erkekleri ilişkilere bağımlı hale getiriyormuş. Kadınların ilişkiyi bitirme korkusu daha azmış.
Bu araştırmaya kesinlikle katılıyorum. Erkekler bir ilişkiden çıktıklarında, hele de evlilerse az önce öleceği haberini almış kadar kahırlı bir hale bürünüyor.
Kadınlar ise plan yapıyor, gelecek planı. Eskiden tam tersi miydi?
Evet. Artık kadınlar hiçbir şeye mecbur olmadıklarını biliyor.
Mecbur olanların bir kısmı da diğer kadınlarla dayanışarak özgürleşiyor. Kadın kadının yurdu oluyor...