Önce, ülkemizin son görüntüsünü çizerek başlayalım:
-Dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde, üç tarafı denizlerle çevrili, insanlık tarihinin en değerli geçmişine sahip, “yeryüzünde bir cennet” olarak tarif edilebilecek bir ülkede, cehennemi yaşayan, aç, dibine dek yoksul bir millet...
-On milyonlarca insanın yoksulluğundan, çilesinden nemalanan, ülkeyi babalarının çiftliği gibi kullanan bir avuç zengin ve kuyruğuna takmış yandaş gürûhu... Ve 22 yıllık fetret devrinde ülkenin tüm zenginliklerini ikinci grupta bulunanlara ikram etmiş, halkı ise cehenneme mahkum etmiş bir iktidar...
Türkiye’nin, içerden ya da dışardan görüntüsü budur maalesef... Aslına bakarsanız, bugün süresini çoktan tamamlamış, futbol müsabakalarındaki gibi “uzatmaları” oynayan, ülkeyi yönetme kabiliyetini çoktan kaybetmiş bir iktidar “yönetirmiş gibi” yapıyor!
Böylesine yeteneksiz, liyakatsiz sürekli sözünü ettikleri, suçladıkları “dış güçlere” neredeyse tamamen teslim olmuş, para bulabilmek için o güçlerden yardım dilenen bir iktidardan söz ediyorum!
Bu iktidar ve yandaşlarına karşı çok uzun yıllardır mücadele eden, halkın gerçekleri görmesi için her şeyi göze almış insanların gayretleri ile zaten hiçbir zaman bu iktidara teslim olmamış yığınlarla, uzun yılların uykusundan uyanan halk kesimleri bu “fetret devrini” bitirmenin ön adımlarını atıyor...
-Onları, o yurtseverleri ben “Işıldayan hayatlar” olarak selamlıyorum!
Bu iktidarın sürmesi için, ellerindeki ayrıcalıkları kaybetmemek için gerçekleri eğip büken, verilen talimatları yerine getirmek için cansiperane çalışan yandaşların, liberal paydaşların da bir sıfatı var tabii:
-Kayıp hayatlar!
Önümüzdeki kısa dönem bu iki kesim arasında geçecek ve sandıkta sonlanacaktır...
Bu girizgahtan sonra, yıllar önce kaleme aldığım bir yazımdan bir bölümü paylaşayım; ışıldayan ve kayıp hayatları bakın nasıl anlatmıştım...
Hayat yalnızca tanıktır!
Hayat dayatmaz...
Hayat yaşanır!.. Ve her hayat, yaşayanın tercihlerine, yaptığı seçimlere göre yaşanır...
Bir sürüngen, bir parya gibi yaşamak da, onurlu, başı dik yaşamak da, seçimini teslim olmaktan yana yapmak da, her şeye karşın direnmek de tamamen insanın elindedir...
-Hayat, bu tercih ve seçimlere hiç karışmaz!
Hayat, her insanın değişik biçimlerde kullandığı ya da kullanıldığı bir süreçtir yalnızca...
Korkaklığın, haysiyetsizliğin, gücün karşısında yaltaklanmanın, ruhuna varıncaya kadar her şeyini kiralamanın sonra da geçmişinden utanmanın, bu utancın yarattığı dayanılmaz hırs ve kompleksle herkesin aynı kirli hayata bulaşmasını istemenin, hayatın dayatması ile uzaktan yakından ilgisi yoktur!
Kirli bir yaşamın hayatla olan ilgisi, yaşadığı hayatı kirletenlerin, her türlü servete, her türden şöhrete karşın aslında çok yoksul, çok acınacak bir hayat sürmesidir...
Ve ancak bu denli yoksul hayatlar, geçmişe, yaşanılan başka hayatlara, ardında ışıldayan bir isim bırakarak hayattan ayrılanlara, hiç bitmeyecek, hep çoğalacak öfkeler besleyebilir...
Hayat herkes için başlar ve biter...
Aradaki boşluğu her insan kendi çapına, tıynetine göre doldurur...
Kimi, insanlık tarihine bir çentik atarak, ışıl ışıl gider...
Kimi ise, “kayıp bir hayat” olarak gider...
–Hayat, yalnızca tanıktır!
Millet kaderini eline alacaktır!
Tıpkı uzun yıllardır yaşadığımız ve tanıklığımızı çok önceden, yukarıda olduğu gibi kayda geçirdiğimiz üzere:
Çok yakın bir zamanda “ışıldayan hayatlar” ile “kayıp hayatlar” arasında kıyasıya bir mücadele ile geçecek...
Binlerce yılın öğrettiği gibi; insanlık tarihine çentik atanlar ne pahasına olursa mutlaka kazanacak, güneşli günleri hak edecek...
Cumhuriyeti gömmek hevesine kapılan, 100 yıllık geçmişimizi “parantez” olarak niteleyen, ülkeyi açlık, yoksulluk ve karanlığa mahkum edenlerle umudun, aydınlığın, insanca ve mutlu yaşamak isteyenlerin hesaplaşmasını izleyeceğiz...
Bu millet, kaderini eline almaya yüz yıl önce olduğu gibi bugün de muktedirdir, üstelik sonuna kadar da layıktır...
-Tarih Baba’nın defterinde öyle yazıyor!