Bu ülkede en sık dile getirilen cümle: Gençler geleceğimiz.

Hemen herkesin dilinde.

Her 19 Mayıs’ta, 29 Ekim’de, her seçim meydanında dilde.

Ama iş uygulamaya gelince tablo bambaşka.

Yılbaşından bu yana 85 çocuk işçi öldü.

Seksen beş.

Rakam bu kadar net.

Her biri bir annenin evladı, birinin kardeşi.

Önemli bir kısmı MESEM’de...

Devletin “mesleki eğitim” adıyla kurduğu, ama fiiliyatta çocuk emeğinin ucuz işgücüne dönüştüğü o sistemde.

Çocuk yaşta fabrikaya, atölyeye, şantiyeye gönderiliyor gençler...

Aslında mesleği öğrenmeleri gerek.

Ama çoğu ağır işlerde çalıştırılıyor.

İsimleri iş kazası tutanaklarına yazılıyor.

Ve biz her seferinde aynı cümleyi kuruyoruz: İhmaller zinciri, kaza, kader...

Oysa ortada zincir falan yok; gayet örgütlü, sistemli bir düzen var.

★★★

Bir tarafta bu tablo dururken, diğer tarafta MESEM’e karşı eylem yapanlar ters kelepçeyle gözaltına alınıyor bu ülkede.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın düzenlediği zirveyi protesto eden 16 genç...

Boğaziçi, İstanbul, Marmara gibi üniversitelerden, yani bu ülkenin en parlak beyinlerinden bazıları...

Çocuk işçiliğine, ölümlere, sömürüye itiraz ettikleri için tutuklu.

Ve 4 öğretmen...

“Çocuklar ölüyor” dedikleri için gözaltına alındı.

Birine yurt dışı çıkış yasağı getirildi.

Devlet, çocuk emeğine ihtiyaç duyuyor belli ki.

Ama o çocuğun hayatı için ses çıkaran öğretmene, öğrenciye tahammül edemiyor.

Bu, basit bir çelişki değil.

Bu, bir tercih.

★★★

Öğrenciler bu durumdayken, öğretmenler nasıl?

Ülkenin en eski okullarından biri...

Özel İtalyan Lisesi’nin önünde eylem yapan öğretmenlere kulak verelim.

Bir öğretmen 60 bin lira maaş alıyor.

Yoksulluk sınırı 97 bin 159 lira.

Yani bu ülkenin “geleceğini emanet ettiğimiz” öğretmenleri, yoksulluk sınırının yüzde 40 altında yaşamaya mahkum.

Aynı okulda Euro üzerinden alınan ücretlere 3 yılda yüzde 300 zam yapılmış.

Veliden alınan para artmış, okulun kasası şişmiş, ama o okulun önünde “geçinemiyorum” diyen öğretmenin cebine “yoksulluk payı” düşmemiş.

★★★

Bir ülke düşünün:

Çocuk işçinin ölümü olağan, öğretmenin yoksulluğu doğal, gençlerin itirazı ise “güvenlik sorunu”.

Bugün gençleri üç ayrı yerde görüyoruz: MESEM’de “çırak”, lisede “müşteri”, sokakta ise “tehdit” olarak.

Bir gencin öldüğü iş kazasına “kader” demek kolay.

Bir öğretmenin yoksulluk sınırının altında yaşamasına “şartlar” demek de öyle.

Ama asıl zor olan şu soruyla yüzleşmek:

Bu ülke, gençlerinden ne istiyor?

Üretmesini mi, susmasını mı?

Düşünmesini mi, sadece itaat etmesini mi?

Soru sormasını mı, verileni ezberlemesini mi?

Şu anki tablo şunu söylüyor: Çalış, sus, katlan.

Ölürsen kader, konuşursan kelepçe.

★★★

Gençlerin gözünün içine baka baka, emeğini değersizleştiren, hayatını ucuzlatan, sesini bastıran bir düzen kuruluyor.

Ve biz buna hala “gelecek planlaması” demeye devam ediyoruz.

Halbuki bir ülke gençliğine ters kelepçe takıyorsa, geleceğine kelepçe takıyordur aslında.

Bugün MESEM’de ölen çocuk işçilerin, “asgari”nin altında yaşamaya çalışan öğretmenlerin, sokakta, kampüste, adliye koridorunda sesini yükselten gençlerin hikayesi ayrı ayrı değil...

Hepsi aynı büyük fotoğrafın parçaları: Çocuk ve genç emeğine muhtaç, ama onların söz hakkına tahammül edemeyen bir ülke fotoğrafı.

Soru basit ama ağır: Biz gerçekten böyle bir geleceğe imza atmak istiyor muyuz?

Türkiye Wrapped 2024

Yılın sonuna yaklaştık. Herkes Spotify’da en çok hangi şarkıları dinlediğini paylaşıyor. Ama bu yıl, Türkiye’nin de bir “Wrapped”i var artık. CHP’nin hazırladığı liste, bir ülkenin bir yılda neleri “dinlemek zorunda kaldığını” gösteriyor.

Listenin ilk parçası umutlu başlıyor: Türkiye bir hukuk devletidir.
Ardından playlist bir anda sert bir dönüş yapıyor: Gözaltına alınıyorum.

Devamında tempo artıyor: Enflasyon yıl sonunda yüzde 20’nin altına düşecek.
Hemen ardından, soğuk gerçek: Erişim engeli getirildi; Sözcü TV, Halk TV, Tele 1 ve Now TV’ye ceza.

Şarkılar birbirini kovalıyor:
Kayyum atandı. Şafak baskınıyla gözaltına alındı. Tutuklandı. Silivri Cezaevi’ne gönderildi. Adli kontrolle serbest bırakıldı.

Arka fonda ekonomik ritim hiç değişmiyor: Zam geldi. Kaynak yok. Ek vergiler gündemde. Döviz ve altın yeniden yükselişte. TL değer kaybetti...

Ve yılın en çok çalınan acı tınıları: Genç işsizlik rekor kırdı. Emekli yine açlık sınırının altında. Kira krizi derinleşiyor. Kamu kaynakları yine belli şirketlere aktarıldı. Hukukun üstünlüğü bir kez daha yok sayıldı.

Bütün bunlar, bir kullanıcının değil; bir ülkenin çalma listesi.

Ve aslında çalınan geleceği...
Biz bu şarkıları istemedik, ama yıl boyunca defalarca duymak zorunda kaldık.
Spotify’da bir seçeneğimiz var: Şarkıyı atla.
Hayatta ise maalesef yok. “Otomatik oynat” modunda çaldıkça çalıyor.