Henüz, Devlet kendisini bir tek siyasi parti vesayetinden kurtarabilmiş değil...

TSK, Yargı, Emniyet ve Milli Eğitim halen...

Siyasetin tekelindeki çağdışı eğitime destek vermeye:

Devam ediyorlar...

Çağın çok gerisinde bir müfredat devreye girmek üzere...

O müfredatın hazırlayıcısı olan Milli Eğitim Bakanı:

Tarikatları ve dini cemaatleri “Sivil Tolum Örgütü” olarak niteliyor...

Ve en son dün...

“Bir Yusuf Tekin faciasına” daha tanık olduk...

Geleceğimizi çalmak için çabalayan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, Kocaeli’nde, modern bir giysiyle okuldaki törene katılmak isteyen kız öğrencileri okula sokmayan...

Çağdışı, ilkel ve yobaz müdahalenin faili olan okul müdürü için bakın ne dedi:

“Okul müdürümüz gayet mantıklı bir başlangıç yapmış...”.

“28 Şubat süreci” denilen dönemde:

Bu örümcek kafaların başörtüsü özgürlüklerini savunduğum için:

Seküler (Dünyevî) yaşam tarzını benimsemiş...

Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı...

Laik sistemi korumaya ant içmiş yurttaşlarımızdan:

Özür diliyorum...

O gün:

Bu örümcek kafalıları savunmakla nasıl da büyük hata yaptığımı geç de olsa anlamış olmam:

O değerli yurttaşlarımızdan özür dilememe engel değil...

Sözümün özü canlarım...

Ben ve benim gibi...

O günlerde kız öğrencilerin...

Üniversitelere (Sadece üniversitelere) başörtüleriyle girebilmeleri için mücadele eden romantik seküler demokrat artık biliyoruz ki:

Siyasal İslâmcılar bizi kullanmış...

Yani:

Türkiye’nin bu karanlık günlere getirilmesinde biz romantik liberal demokratlar da en az:

Siyasal iktidar ve destekçileri kadar sorumluyuz...

Bir kez daha:

Çağdaş Türk halkından özür diliyorum...

Günün sözü

“Acı su da tatlı su da berraktır. Sakın görünüşe aldanma... Görünüşte herkes insandır ama gerçek insan, hal ehli olandır...”.

Mevlâna Celaleddin Rûmî

28 ŞUBAT’TAN KALAN UTANCIM

1996 yılı temmuz ayı ile 1997 temmuz ayları arasında ülkeyi yöneten koalisyon hükümetinin (RefahYol):

“Başörtüye özgürlük” istemesini anlayışla karşılayıp...

Demokratik bir ülkede...

Eğitim ve öğrenim özgürlüğünün, kişinin kıyafeti içine hapsedilmemesi gerektiğine inananlardandım...

Ben ve benim gibi dünyevî (Seküler) yaşamı tercih etmiş, dinle arasına mesafe koymuş romantik demokratlar, “başörtüsüne özgürlük” talebine:

“Bunlar şeriat devletine giden yolların taşlarını döşüyorlar” diyerek itiraz edenleri:

“Demokrasi karşıtı kökten laikçiler” olarak tanımlıyorduk...

Ben ve benim gibi seküler (Dünyevî) liberal demokratlara göre:

Orada, kapı gibi anayasa vardı...

Cumhuriyet rejimiyle birlikte:

Demokrasi, laiklik ve hukuk devleti de koruma altındaydı...

Zira:

Anayasamızın ilk üç maddesinin değiştirilmesi teklif bile edilemezdi...

Ancak...

Devleti yöneten ve gerçekten de:

Demokratik, laik, sosyal, hukuk devletine gönül vermiş olan sivil-asker pek çok üst düzey bürokrat, bu günleri daha o günlerde görmüş olmalıydı ki:

28 Şubat 1997’de yapılan MGK toplantısında hükümete:

8 yıllık kesintisiz eğitime geçmesi tavsiye edilmişti...

*

Gelin görün ki...

Hükümetin büyük ortağı RP ve yandaşları ortalığı ayağa kaldırmıştı...

Oysa...

8 yıllık kesintisiz eğitim, 1946 yılından itibaren gündemdeydi...

Ve hatta...

Demokrat Parti iktidarlarında da bir süre uygulanmıştı...

O günlerde...

8 yıllık eğitimi savunmuş olmam...

O bir yıl, kendimi siyasal İslâmcılara kullandırttığımın utancını ortadan kaldırmıyor...

8 YILA İTİRAZ SEBEBİ

Siyasal İslâm’ın 8 yıllık kesintisiz eğitime itiraz sebebi neydi?..

Demokrat Parti iktidarının bir süre uyguladıktan sonra uygulamadan kaldırmasına sebep olanların aynısıydı...

Nasıl mı?..

Kısaca anlatayım...

8 yıllık kesintisiz eğitim:

Kuran kurslarının ve imam hatip liselerinin orta bölümünü cazip olmaktan çıkarıyordu...

Seçmen tabanının önemli bir bölümü:

Çocuklarını kuran kurslarına ve imam hatip liselerine göndermek isteyen DP seçmeninin itirazlarıyla karşılaşınca...

DP yeniden 5+3 modeline dönüş yapmıştı...

28 Şubat tarihli MGK toplantısında dönemin hükümetine tavsiye edilen “8 yıl kesintisiz eğitim” işte o nedenle ve öncelikle...

Koalisyon hükümetinin büyük ortağı RP ve destekçisi gerici medyanın tepkisini çekmişti...

O GÜN KORKMALIYMIŞIM

Demokrasiyi ve insan haklarını savunduğumu zannettiğim 28 Şubat sürecinde, Siyasal İslâm’dan korkmuyordum ve...

Bunu rahatlıkla savunuyordum da...

Çünkü:

Sokrat gibi düşünüyordum:

“Sizin istediğiniz gibi konuşup yaşamaktansa, kendi istediğim gibi konuşup ölmeyi tercih ederim...”.

Ancak bugün...

O günlerde Siyasal İslâm’dan korkmadığım için:

Kendime çok kızıyorum...

Ve o nedenle bugün sizlerle:

1862-1911 yılları arasında yaşayan Azerbaycan Türk’ü Mirza Ali Ekber Sabir’in...

Çığırından çıkmış bir İslam’ın:

Ne kadar tehlikeli olduğunu anlatan “Gorhuram” başlığıyla yazdığı şiirini:

Günümüz Türkiye Türkçesine çevrilmiş haliyle paylaşıyorum...

GORHURAM

Yaya askerler düşsün çöllere

Savaşçılar göreyim korkmuyorum...

Geziyorum çöl vadilerini

Çiçekli vadiler göreyim korkmuyorum...

Bazen fırtınada olurum

Dalgaların fırtınasını göreyim korkmuyorum...

Bazen sahile çıkarım, her yerde

Vahşi dalgaları göreyim korkmuyorum...

Bazen dağlara düşerim tek başıma

Yanmış volkanları göreyim korkmuyorum...

Bazen gölgelerle dolu ormanlarda dolaşırım

Yırtıcı hayvanları göreyim korkmuyorum...

Uzak diyarlara giderim bazen

Bir sürü aslan göreyim korkmuyorum...

Göçebe hayatı yaşarım bazen

Dağlarda hortumları göreyim korkmuyorum...

Bazen viranelere uğrarım menzilim

Cinleri, canları göreyim korkmuyorum...

Bu dünya yüzünde ben farklıyım

Çeşitli renkleri (toplulukları) göreyim korkmuyorum...

Yabancı topraklarda dolaşırken

Çok tuhaf insanlar görürüm korkmuyorum...

Bu görmemekle ilgili gerçekten

Ay dadaş, yemin ederim, hakikaten korkmuyorum...

Nerede Müslüman göreyim korkuyorum...

Bir sebep var yüzünde korkuyorum...

Ne yapayım ahir bu olmuşların:

Düşüncelerini, zihnini göreyim korkuyorum...

Korkuyorum, korkuyorum, korkuyorum...

Mirza Ali Ekber Sabir

TARAFTARDIM 

Ben ve benim gibi...

“Başörtüsüne özgürlük” diye haykıran çok az sayıda “romantik seküler demokrat” ise...

8 yıl kesintisiz öğrenimi savunuyorduk...

Çünkü...

Çocuklarımız bilim öncelikli yetiştirilecek...

Akılları daha çok her şeye yettiği yaş olarak kabul edilen 15 yaşına gelinceye kadar:

Hurafeleri öğrenmek zorunda bırakılmayacaklardı...

Mesut Yılmaz başbakanlığında kurulan Anasol-D hükümeti, 4306 sayılı kanunu çıkararak:

1997-1998 öğretim yılından itibaren 8 yıl kesintisiz eğitimi başlattı...

Ne zamana kadar?..

Fırdöndü el değiştirecek” başlığı altında yayımlanan yazımda anlattım...

FIRDÖNDÜ EL DEĞİŞTİRECEK

AKP, hükümet olduğu ilk yıllarda:

İktidar olsa da muktedir olmadığının farkındaydı...

Çünkü:

TSK’dan, Yargı’dan ve öğretmen ordusundan çekiniyordu...

Bugünkü adıyla “FETÖ” o günkü adıyla Gülen Cemaati olan dinî topluluğun desteğini arkasına aldı...

Önce...

TSK’ya düzenlenen bir yargı darbesiyle...

Rejimi koruyabilecek yetenek ve güçteki generaller hapse atıldı...

2012 yılında yine Cemaatin desteğiyle:

Kesintisiz 8 yıllık eğitim modeli kaldırıldı, yerine:

“4+4+4” şeklinde tanımlanan...

Giderek çocuklarımızı bilimden uzaklaştırıp dinsel eğitime yönlendirecek:

Çağdışı modele geçiş yaptı...

Cemaat sayesinde önce TSK’yı...

Sonra Yargı’yı...

Eş zamanlı olarak Emniyet’i ve...

Daha sonra da eğitimi tekeline alan Erdoğan...

2016’da bu defa da kendisini:

TSK’ya, Yargıya, Emniyete ve Milli Eğitim’e egemen kılan Cemaati yok etmek için harekete geçti...

Tarihin bundan sonrasını bilmiyoruz çünkü...

Henüz net bir Meclis araştırması veya Yargı soruşturması yapılamadı...

Ancak...

Bugüne kadar Erdoğan’ın tekelinde bulunan...

Ve her çevirdiğinde...

“Hepsini al” gelen fırdöndü el değiştirecek gibi...

Ne zaman mı?..

İlk genel seçimlerde...

AHMAKTAN KORKUN VE KAÇIN

Hazret-i İsa, sanki kendisini bir aslan kovalıyormuş gibi canhıraş bir şekilde kaçmaktadır.

Adamın biri, bu hâle hayret ederek ardından koşar ve seslenir:

“Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok ki...”.

İsa o kadar hızlı koşmaktadır ki...

Acelesinden adamın sorusuna cevap bile veremez...

Onun bu şekilde kaçışının sebebini merak eden adam, ona yaklaşır ve tekrar sorar:

“Ey İsa!.. Senin bu kaçışın, benim için bir bilmece oldu!.. Kimden kaçıyorsun?..”.

Bunun üzerine İsa cevap verir:

“Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan!.. Git bana engel olma ki, kendimi kurtarayım!..”.

Bu sefer adam alaylı bir ses tonuyla diye ona mucizelerini hatırlatır ve sorar:

“Sen, nefesi ile körlerin ve sağırların şifa bulduğu Mesih değil misin?..”.

İsa:

“Evet, ben sağır ve köre Allah’n adını okudum; onlar iyileştiler. Ölüye okudum, dirildi. Fakat o duayı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle defalarca okuduğum hâlde yine de fayda vermedi. O ahmak, âdeta katı bir taş kesildi; lâkin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da ondan bir ot bile bitmedi” der.

Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da artar ve merakla İsa’ya sorar:

“Allah’ın adı bile bu kadar şeye tesir edip şifa verdiği hâlde niçin ahmaklığa tesir etmiyor? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara deva olup da buna olmayışının sebebi hikmeti nedir?”

İsa cevap verir:

“Ahmaklık, Allah’ın verdiği kahredici hastalıklardan biridir... Diğerleri ise körlük gibi Allah’ın gazabından oluşmayan bir zayıflıktır... Zayıflık da bir hastalıktır ama onun müptelâsına sadece acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lâkin başkasını da yaralar ve zarar verir...”.

Ahmak olmamak...

Ve ahmaklardan uzak durmak...

İnsan için her zaman büyük kazançtır...