ANALİZ
Bütün derdimiz keşke domuz eti olsa
Günlerdir Köfteci Yusuf tartışılıyor.
Türkiye’nin her yanına yayılmış Köfteci Yusuf’un köftelerinde domuz eti var mı yok mu?
Bu mu bütün sorunumuz?
Köfteci Yusuf olayı nasıl patladı?
Gıda denetimleri sırasında yediğimiz içtiğimiz pek çok ürüne, o ürünle ilgisi olmayan ve maliyeti düşüren ama sağlık açısından son derece zararlı maddelerin karıştırıldığı ortaya çıktı.
Domuz eti ya da domuz yağı bunlardan sadece biri.
Domuz eti ya da yağı sağlığa aykırı değil, onun sakıncası dini açıdan.
Elbette Müslüman bir ülkede kimseye haber vermeden bir ürüne domuz eti karıştırmak olacak iş değildir.
Ancak duruma genel olarak bakmak zorundayız.
Domuz eti sadece dinen sakıncalı, sağlığı çok etkilemiyor.
Peki diğer katılan mallar.
Peynir peynir, yoğurt yoğurt, salça salça değil.
Yüzlerce gıda maddesinin yarıdan fazlası hileli.
Hileli gıdalar hızlı ölüme neden olmuyor ama başta çocuklarımız hepimiz ömür boyu bu gıdalara maruz kalıyoruz, hiçbir şey anlamıyoruz, sağlığımız bozuluyor, çabuk hastalanıyoruz, kanser riski artıyor.
Örneğin Tarım, Hayvancılık ve Arıcılık Platformu (TAHAP) Genel Başkanı Mustafa Sarıoğlu yıllardır NBŞ olarak bilinen Nişasta Bazlı Şeker’e karşı milleti uyarmak için olağanüstü bir çaba harcıyor.
NBŞ mısırdan elde ediliyor ve şeker yerine kullanılıyor.
Şekere oranla çok daha ucuz olduğu için içinde şeker bulunan gıda maddelerinin çoğunda bu madde var.
NBŞ’nin belli bir orandan fazla kullanılması çok ciddi hastalıklara ve ölümlere neden oluyor.
Bu nedenle birçok medeni ülkede NBŞ ya yasak ya da belli bir kota kullanımı zorunluluğu var.
Oysa Türkiye’de durum çok farklı, başta bal olmak üzere şekerli ürünlerde çok kullanılıyor.
Mustafa Sarıoğlu, dev tekellerin elinde olan bu maddenin kullanılmasına karşı çıkarken az daha canından bile oluyordu.
Tarım Bakanlığı güya şimdi denetimler yapıyor ama dilerim bu da daha önceki denetimler gibi olmaz.
Çünkü başta NBŞ olmak üzere bu zararlı katkıları defalarca yazdık, anlattık, her seferinde sermaye duruma egemen oldu ve konu hep kapatıldı.
Şimdi sanki biraz daha ciddi çalışma yapılmış gibi görünüyor.
Bu sefer de “Köfteci Yusuf domuz eti kullanır mı kullanmaz mı?” tartışması içinde konu yine sulandırılıyor ve gerçek gözlerden kaçırılıyor.
Derdimiz köfteye domuz eti karıştırılması değil, yediğimiz içtiğimiz yüzlerce ürünün bizi zehirlemesidir.
Bİ SORALIM BAKALIM
Sizin devlet dediğiniz ne Allahaşkına?
Saray memuru AKP trolleri toplumda giderek artan öfkeye karşı Erdoğan’ı korumak ve kollamak için hemen her gün yeni bir kampanya başlatıyor.
Hafta sonu kampanyası “Devletimize güveniyoruz” başlığını taşıyordu.
Neymiş devletimiz ülkeyi korumak için her şeyi yapıyormuş, vatan hainlerine, İsrail uşaklarına, batı kölelerine yer yokmuş.
Peki güvenilen devlet ne?
Bunlar için devlet demek Erdoğan iktidarı demek.
Cahil oldukları için devletin tanımını da bilmiyorlar.
Devlet toprak bütünlüğüne bağlı olarak siyasal örgütlü bir ulusun ya da uluslar topluluğunun oluşturduğu tüzel varlıktır.
Devlet üç unsurdan oluşur.
İnsan
Toprak
Egemenlik.
Demokratik bir devlet birbirine üstünlüğü olmayan üç erk tarafından yönetilir.
Yasama.
Yürütme.
Yargı.
AKP’nin yaratmaya çalıştığı algı ise devletin yürütmeden ibaret olduğudur.
AKP devlet, Erdoğan da devletin başı değildir.
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Türkiye’nin canına okuyanlar düğünde buluşmuş
Düğün haberini Ertuğrul Özkök’ün yazısından öğrendim.
Eski gazeteci yazar Hasan Cemal’in kızı evlenmiş, düğüne özellikle Hürriyet grubunda çalışmış pek çok gazeteci ile iş dünyasının bazı isimleri katılmış.
Ertuğrul Özkök, geniş bir liste vermiş düğüne katılanlarla ilgili.
İsimleri burada saymayacağım.
Çoğu Erdoğan’a zamanında destek veren, AKP’nin büyümesine, güçlenmesine neden olan isimler bunlar.
Yani bir anlamda Türkiye’nin canına okuyan kişiler.
Bu melaneti işlerken hepsi güçlü medya kuruluşlarında çalışıyor, önemli üniversitelerde ders veriyor ve toplum önünde kanaat önderi olarak kalabiliyordu. Güçleri buradan geliyordu, Erdoğan da bunları tepe tepe kullanıyordu.
Türkiye’nin aklı başında demokrat isimleri AKP’nin gerçek yüzünü anlatmaya çalışırken bu kesim cansiperane Erdoğan’ı savunuyor, Türkiye’nin demokratikleştiğini, askeri vesayetten kurtulduğunu, özgürlüklerin geldiğini söylüyordu.
Ertuğrul Özkök’ün yazısından anladığımız kadarıyla bu kesim şimdi bin pişman gibi.
Özkök, bu kitlenin “sivil vesayetten” yakındığını anlatıyor satır aralarında, hangisinin daha iyi olduğunu ise bir başka yazıya bırakmış.
Pişmanlık, nedamet getirmek de bir erdemdir.
Ama ülke bu hale geldikten sonra neyleyim ben böyle pişmanlığı.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Şu faşist ve ırkçı kafaya bakın hele
Erdoğan’ın son seçimde milletvekili bile yapmadığı Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Mustafa Destici, her fırsatta kendini göstermek ve yeniden göze girmek için çırpınıyor.
Destici, kredi kartlarından alınacak vergi için de hemen ortaya atmış kendini. Demiş ki, “750 liralık destekten kaçınan ya DEM’lidir ya Ermenidir ya İsraillidir.”
Bu nasıl laf böyle.
Nasıl bir faşistlik, nasıl bir ırkçılıktır bu böyle?
BBP’nin ağababası MHP, DEM’e el uzatırken bunlar kalkmış “Vergiye karşı çıkan DEM’lidir” diyor. Ne alaka?
Hele Ermeni ya da İsrailli olmak ne demek?
Türkiye’nin artık bu çağdışı faşist ve ırkçı kafadan kurtulması gerek.
ŞAKA
Erdoğan, damadına halktan para toplaması için pos makinası verdi
Limiti 100 bin lira ve üzeri olan kredi kartlarından yıllık 750 lira vergi alınacak olması milleti çok öfkelendirdi.
Ülke savunması için hepimiz tüm varlığımızı ortaya koyarız elbette ama bu tür numaralarla halkın aptal yerine konması çok rahatsız edici.
Önce “İsrail’e gireriz” deyip sonra da sanki büyük zarar göreceğimizi ima eder gibi “İsrail’in hedefi Türkiye” denmesi ardından da millete böyle bir vergi salınması halkın gururuna dokundu.
Şimdi binlerce kişi bankalara başvurup “Limitimi 100 binin altına düşürün” diyormuş.
İktidar bağımlıları ise bunlara “Vay kansızlar, ülke savunması için 750 lira bir yerinize mi battı?” diye üste çıkmaya çalışıyor.
Tabii böyle saçma sapan kararların mizahı da hemen yapılıyor.
Para savunma sanayine gidecek ya, slogan bulundu bile.
“Erdoğan, damadına halktan rahatlıkla para toplaması için pos makinası verdi.”
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
MHP’liler “halkların kardeşliği” konusunda neden suskun?
Uzun bir sessizlikten önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin son sözleri DEM Parti üzerineydi.
Bahçeli, “PKK Meclis’te” diyerek DEM Parti’yi işaret etmişti ve “Anayasa Mahkemesi kapatma kararı için hala neyi beliyor, DEM kapatılmalı, milletvekilleri de hapse atılmalı” demişti.
Sonra ne oldu biliyorsunuz.
Meclisin açılışında DEM sıralarına doğru yürüyen Bahçeli, “terörist” dediği milletvekilleri ile el sıkıştı.
Gerekçesini ise Erdoğan’a bağladı.
Erdoğan, iç cephenin güçlendirilmesinden söz etmiş, o da buradan yola çıkarak el uzattığı DEM’e “Türkiye partisi olun” demiş.
Bahçeli bununla da yetinmedi, “Halkların kardeşliği için el uzattık” deyiverdi.
Bu “halkların kardeşliği” sözü çok netamelidir.
Devletin resmi ideolojisi bu tanımı “komünistlik- bölücülük” saydığı için nice can yandı bu nedenle, yüzlerce binlerce kişi hapislerde süründü.
İç barışa kimsenin bir itirazı olamaz elbette, yeter ki bunun sahtekârca yapılmamasıdır.
Ama merak ettiğim MHP’nin sessizliği.
DEM’e uzatılan el ve “halkların kardeşliği” konusunda Bahçeli dışında kimsenin bir söz söylediğini duymadık şu ana kadar.
Neden acaba?
Bu çıkışı kendi kitlelerine izah edecek cümle mi bulamıyorlar?