Sivasspor futbolcuları pazar akşamı Fenerbahçe maçına, ellerinde “Doğal olan normal doğum” yazılı bir pankartla çıktı.
Kadınlar adına, kadınlar hakkında…
Ama kadınlar yine yoktu.
11 erkek futbolcunun eline tutuşturulan pankart, Sağlık Bakanlığı’nın teşvik ettiği bir kampanyanın ürünüydü.
Doğumun “doğalı”, “normali” tarif ediliyordu.
Sezaryenle doğum yapmış milyonlarca kadın bir kez daha yalnızlaştırılıyordu.
★★★
Bu yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Aile Yılı” ilan edildi.
Ama belli ki kastedilen bu “aile”, iktidarın tanımladığı, onların istediği şekilde kurulan ve devam eden aile.
Evlenmek isteyenlere Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kredi veriyor.
Fakat şartları var:
18-29 yaş arasında olmalısınız.
30 yaşından sonra evlilik artık “makbul” değil.
Bu yüzden devlet size ekonomik destek sağlamıyor.
Evlendikten sonra kaç çocuk yapacağınız zaten Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en hassas noktası.
Her fırsatta bu talebini tekrarlıyor.
“Her fırsatta” derken espri yapmıyorum.
Katıldığı ve nikah şahidi olduğu düğünlerde de bunu söylüyor.
Belediye Başkan Adayları Tanıtım Toplantıları’nda belediye başkan adayının özgeçmişi okunurken de…
Yeni bir milletvekili AKP’ye katılacağında rozet takarken de…
Eğer çocuk sayısı 2 ise, mutlaka araya girip bir çocuk daha istiyor (!).
Ailenin ne zaman oluşacağına, kaç çocuktan oluşacağına karar veren iktidar, nasıl oluşacağının yönetime de karar verme arzusunda.
★★★
Eleştiriler büyüyünce, konu Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na katıldığı bir programın çıkışında soruldu.
Verdiği yanıt, hafife alınamayacak kadar pes dedirtecek cinstendi:
“Normal. Futbol maçına sadece erkekler mi geliyor?” diye sordu.
Bununla da yetinmedi.
Geçen Ekim ayında Sağlık Bakanlığı’nın hazırladığı ve büyük tepki çeken kamu spotunu bu kez kendi X (Twitter) hesabından bir kez daha paylaştı.
Oysa yeniden hatırlatmasına gerek yoktu.
Çünkü o video, zaten hafızamıza kazılıydı:
Sezaryene hazırlanan bir kadının karnındaki fetüs,
“Anneciğim hazır değilim” diyordu.
“Normal” ya da aslında tıbbi adıyla “vajinal doğum” yapan annenin karnından çıkan bebek ise sevinçle bağırıyordu:
Başardık anneciğim!
“Neyi başardık anneciğim?” sorusu yanıtsızdı.
Kamu spotu ve duygu istismarı arasındaki çizgi “fazlasıyla” bulanıktı.
Anne olmanın “doğru” biçimini tarif etme çabasıydı.
Tepkiler çığ gibi büyüdü.
Ama anlaşılan o ki, bakanın da bakanlığın da umrunda değildi.
Aynı mesaj, bir adım ileri taşındı.
Bu kez “başarı” yeşil sahalarda, erkek futbolcuların ellerindeki pankartla karşımıza çıktı.
★★★
Ben sezaryen doğurdum.
İsteyerek değil. Şartlar öyle gerektirdi.
Sağlık Bakanlığı’nın o kamu spotunu izledikten sonra ne kadar ağladığımı bilmiyorum.
Bir kadına kendini bu kadar “yetersiz” hissettirmeye kimin, ne hakkı var?
Bugün çocuğum bana dönüp
“Ben normal mi doğdum anne?” diye sorarsa…
Ona ne cevap vereceğim?
“Hayır yavrum, biz başaramadık mı?”
Bu sorunun cevabını değil, bu sorunun kendisini size borçluyuz.
Düşen vajinal doğum oranlarını artırmak için bulduğunuz “plan” gerçekten bu mu?
Mesele vajinal doğumu “başaran” kadınlar ile sezaryen “yaptıranlar” arasına bir çizgi çekerek çözmeye çalışılıyor.
Yine kadın yalnız bırakılıyor.
Yine tüm sorumluluk onun üzerine yıkılıyor.
Psikolojik olarak yorgun, fiziksel olarak tükenmiş milyonlarca kadının sırtına bir “başarısızlık” hissi daha yükleniyor.
★★★
Kadının bedeni üzerinden mesaj vermekten artık vazgeçin.
Bu ülkenin kadınları yalnızca doğum makinesi değil.
Bu ülkenin kadınları yalnızca doğuran değil, aynı zamanda yaşatan, yaşatma mücadelesi veren…
Bizi nasıl doğurduğumuzla değil, nasıl yaşadığımızla, nasıl yaşattığımızla değerlendirin.
Çocuğumuza nasıl baktığımızla,
onun nasıl bir birey olduğuyla,
nasıl bir ülkeye gözünü açtığıyla…
Keşke doğum şeklimizi sorgulamak yerine,
doğurduğumuz çocuklara nasıl bir ülke bırakabildiğimizi tartışsaydınız.
Keşke kadınların doğumdan sonra “normal” bir hayat sürebilmesi için bu kadar uğraş verseniz.
Mama, bez, süt, barınma, güvenlik, adalet, eğitim…
Bu alanlarda da aynı hassasiyeti gösterseniz…
Doğum biçimi değil, yaşam koşulları belirler bir toplumun “normal”liğini.
Ve ne yazık ki biz hala çok “anormal” zamanlardan
geçiyoruz.