Biraz arşiv tarayalım.

13 Nisan 2014.

“Ben hayatımda iki tane büyük başkan gördüm. Biri Turgut Özal, öbürü de Recep Tayyip Erdoğan.

8 Şubat 2021.

“AK Parti ile ülkemiz 50 yıl ileriye gitti. Pandemi sonrası Türkiye’yi ekonomik olarak kimse tutamaz. Erdoğan Beyoğlu İlçe Başkanı’yken ben ANAP’ın il başkan yardımcılığını yapıyordum. O zamandan beri tanıyorum; ahde vefası çok olan bir lider.”

14 Ekim 2025.

Aynı isim, bu kez başka bir açıklamayla gündemde.
“Bizi büyük bir felaket bekliyor. 6 ay sonra ürün bulamayacağız. Devlet hazır giyim ve tekstili gözden çıkardı.”

3 açıklama da aynı kişiye ait: Bu ülkenin üretim belleğini temsil eden önemli iş insanlarından biri, Abdullah Kiğılı’ya.
Sözleri bir kehanet değil, bir gözlem.

Hazır giyim, Türkiye’nin en çok döviz kazandıran, milyonlarca kişiye istihdam sağlayan alanlarından biriydi.

Ama uzun süredir o kumaşın iplikleri bir bir sökülüyor.

Enerji maliyetleri, kira artışları, kur baskısı, düşük alım gücü derken fabrikalar nefes alamıyor.

KOBİ’ler krediye ulaşamıyor, ihracatçılar sipariş kaybediyor.

Tekstil sektörü kan ağlıyor.

Gözden çıkarıldık” diyor.

★★★

Kiğılı’nın sözleri elbette değerli, ama fazlasıyla geç kalmış.
Çünkü bu ülke sadece hazır giyimi değil, hazır insanını da gözden çıkaralı çok oldu.
Üreteni, alın teri dökeni, işini hakkıyla yapanı...
Kısacası, “emeği” gözden çıkardı.
Emeğin yerini “kolay para” aldı.
Alın teri yerine tanışıklıklarla yükselen yeni bir zengin sınıfı türedi.
Bir gün ansızın dokunulduklarında, kimin hikayesi kazınsa altından “kir” çıktı, “kara” çıktı.
Üreten değil, yöneten değil; çevresi olan kazanır hale geldi bu ülkede.
Kalanların sırtında ise farklı farklı borçlar ama dillerinde aynı kelime: Unutulduk.

★★★

Asgari ücretli, emekli, çiftçi, öğretmen, esnaf...
Hepsi yıllardır aynı histe.
Asgari ücret 22 bin 104 lira, en düşük emekli maaşı 16 bin 881 lira.
TÜRK-İŞ’in verilerine göre dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 27 bin 970, yoksulluk sınırı 91 bin 109 lira.
Yoksul olmak için çalışan milyonlarız
artık bu ülkede.

Asgari ücretli “geçinemiyorum” dediğinde, “sabret” dendi.
Emekli “maaşım kiraya yetmiyor” dediğinde, “kıymet bil” dendi.
Çiftçi “mazot yetişmiyor” dediğinde, “dünyada kriz var” dendi.
Kimse, gerçekten bir şeylerin değişebileceği günlerde sesini çıkarmadı.
Çünkü herkes, sıranın kendine gelmeyeceğini sandı.

Şimdi bir sanayici “devlet bizi gözden çıkardı” diyor.
Evet, doğru.
Ama devlet zaten çoktandır herkesi gözden çıkarmıştı.
Sadece sıra size geldi.

Oyun bitti, Esad kaldı

Suriye’nin yeni lideri Ahmed Eş-Şara Moskova’daydı.
Uzun süredir ABD ile yürütülen temasların ardından bu, kritik bir görüşmeydi.
Masadaki konuların diplomatik yönü kadar bir de sembolik boyutu vardı:
Devrildikten sonra Rusya’ya sığınan Beşar Esad’ın iadesi.

Geçen hafta Alman basınında Esad’ın günlerinin nasıl geçtiğine dair bir haber yayımlandı.
İddia o ki, lüks içinde gayet keyifli bir hayat sürüyor.
“Gamer” yani bilgisayar oyunu bağımlısı olmuş.

Kendi halkına silah doğrultan, ülkesini 14 yıllık bir iç savaşa sürükleyen Esad...
Kimyasal saldırılar, toplu katliamlar, bombardımanlar, yerle bir olmuş şehirler...
Bir ülke, bir kuşak, bir gelecek onun hırsına kurban edildi.
Ve şimdi o diktatör, “sıradan” bir insan gibi ekran başında zaman geçiriyor, rahat bir hayat yaşıyor.

Bir ülkeyi gerçek bir savaşa sokan adam, şimdi savaş oyunları oynuyor.
Dijital evrende “kazandığı” savaşlarla avunuyor.

Oysa Suriye’nin önünde yepyeni bir savaş var.
Yüzbinlerce mezarın üzerinde bir ülke yeniden kurulmaya çalışıyor.

İşte tam da bu yüzden Esad’ın iadesi yalnızca hukuki bir mesele değil.
Geçmişle değil, gelecekle de ilgili.
Çünkü hesap verilmeyen her suç, yenisini doğurur.
Ve bu kez, kimsenin yanına kar kalmamalı.