-Demokrasi bir amaç değildir, demokrasi bir araçtır. Bunu böyle bileceğiz, bilmek durumundayız.
Aynı yıl Cumhuriyet gazetesinde Nilgün Cerrahoğlu’na verdiği röportajda da yukarıdaki cümleyi kullanmış, yetinmemiş bir de şu eki yapmıştı:
-Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz!
Zamanın belediye başkanı işte bu cümleyle “asıl amacı” olanca açıklığıyla ortaya koyuyordu ancak tramvaydan inmeye henüz epey zaman vardı!
Daha sonra bildiğim kadarıyla “tramvay” bölümünü bir daha hiç kullanmadı! Birileri “aman ha dikkat” uyarısında mı bulunmuştu bilinmez...
“Demokrasinin amaç değil araç olduğu” cümlesini ise birçok yerde kullandı. Röportajlarında sık sık söz etti. Başbakan olduktan sonra da, Cumhurbaşkanlığı sırasında da terk etmedi bu cümleyi... 2011’de ve daha sonrasında ise bu cümleye şöyle bir ek yaptı:
-Biz şu anda yeni bir şey diyoruz. İleri demokrasi diyoruz.
Bu sözler giderek “Yeni Türkiye” başlığı altında toplanmaya başladı. Yeni Türkiye olunca, doğal olarak bir de “Eski Türkiye” olması gerekiyordu. O tanımlama ise AKP iktidarı öncesini anlatıyordu; hani buzdolabının, çamaşır makinesinin bile olmadığı, koalisyonlara esir olmuş, mutsuz insanların yaşadığı güdük, zavallı bir ülkeyi!
AKP’nin iktidar süreci de bizzat partinin başı tarafından üçe bölünmüştü:
-Çıraklık dönemi, kalfalık dönemi, ustalık dönemi!
Çıraklık dönemi, ikinci kez iktidara geldikleri seçimden sonra kalfalık dönemine evrildi. Bu iki dönemi de izlediğim yıllarda yazılarımda bu söylemleri samimiyetsiz bulduğumu, kafalarındaki “ajandayı” hayata geçirecekleri “makbul ortamı” beklediklerini yazdım.
İşaret ettiğim ajanda, FETÖ ile el ele, 2008 yılından itibaren Ergenekon-Balyoz ve diğer komplolarla hayata geçmeye başladı.
-O yıllarda iki tanımlamayı sıklıkla kullandım “Kabile devleti” ve “Askıda demokrasi!”
Gerçekten de özellikle 2010 referandumu sonrasında yaptığım tanımlamaların hiç de yanlış olmadığını bu millet yaşayarak öğrendi. FETÖ ile köprülerin atıldığı “17/24 Aralık hırsızlık-yolsuzluk” operasyonları, ardından 2014 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı referandumu ve seçimler sonrasında anayasal ve hukuksal olarak değil ama fiilen “Başkanlık rejimi” başladı Türkiye’de...
Ancak parlamenter rejimi asıl ortadan kaldıracak 2017 referandumu ve 2018 seçimleriyle “Tek adam” rejimine resmen geçilecek, 16 yıldır büyük hatalar ve günahlarla sürdürülen iktidar döneminin ardından kabus yılları başlayacaktı.
-Ustalık dönemi de denilebilecek 4 yıllık bu süreç ülkeyi tam bir felakete sürükleyecekti!
Artık yeni bir düzene geçtik
Bu 4 yıllık Tek adam iktidarının faaliyetleri gözümüzün önünde gerçekleşti...
Ancak, önceki gün itibarıyla yukarıda anlatttığım tüm yaşananlar, demokrasinin tramvay mı, amaç mı, araç mı olduğu söylemleri, kabile devleti ya da askıda demokrasi tanımlamaları tamamen tarihe karıştı!
Türkiye’nin hatta dünyanın en büyük mega kentlerinden biri olan İstanbul’un Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, son derece yetersiz bir iddianame, savunmanın haklarını açıkça çiğneyen bir mahkeme süresi sonunda 2 yıl 7 ay 15 gün hapse mahkum edildi. Bitmedi, şayet bir üst mahkeme ve sonrasında Yargıtay’da onandığı takdirde İmamoğlu siyaset yapma ve kamu haklarından yoksun kalacak. Bunu yalnızca ben değil bu ülkenin en yetkin hukukçuları ve siyaset uzmanları da söylüyor!
Halkın oylarıyla seçilerek o makama oturmuş bir başkan, inanılmaz bir şekilde “ahmak” sözcüğü nedeniyle mahkum edildi!
-Sürtük sözcüğü hakaret sayılmıyor, “aklını kullanamayan” anlamına gelen “ahmak” sözcüğü hem hapse hem de siyaset yasağına neden oluyor, öyle mi!
Üstelik o sözcük de savcının iddia ettiği gibi Yüksek Seçim Kurulu üyelerine değil, savunmanın delilleriyle ispat ettiği gibi kendisine “ahmak” diyen içişleri bakanına iade edilmişti! Üstüne üstlük, savcının dosyasında YSK üyelerinin birinin bile şikayet dilekçesi yoktu, iyi mi!
Ayrıca, mahkeme esnasında hakim değiştirildi; apar topar Samsun’a atanan hakim Hüseyin Zengin’in yakın çevresine “İki yıldan fazla ceza vererek onu siyasi yasaklı haline getirmem telkin edildi” sözleri medyaya yansıdı... Kısacası, hukuk ve adalet duygusu, açıkça, göstere göstere iğdiş edildi! Böylece, dün yeni bir döneme adımızı attık:
-İleri demokrasiden depoya kaldırılmış demokrasiye geçtik!
İktidar kendi kazdığı kuyuya düşecek
Tarih Baba’nın defterinde yalnızca askeri darbeler yoktur...
Sivil darbeler, sivil diktatörler, kuvvetler ayrılığı ilkesini, anayasayı ve hukuku çiğneyen hükümetler de vardır... Dünkü vahim karar yargının nasıl vesayet altına alındığını çok acı biçimde göstermiştir...
Madalyonun diğer yüzünde ise kaybedilen İstanbul rantına tekrar konma ihtirası yatmaktadır tabii...
Elbette, muhalefet böylesine bir kepazeliğe tüm benliğiyle karşı cıkacak, iktidarın anayasayı nasıl hiçe saydığını, yargıyı nasıl baskı altına aldığını halka anlatacaktır. Dün Altılı Masa Saraçhane’de toplandı, halkla yan yana gelerek ve çok sert geçeceği anlaşılan bir süreç başlattı.
Ama yetmez; vakit geçirmeksizin ülke genelinde büyük mitingler başlatılmalı, ittifak partileri başta CHP ve İYİ Parti olmak üzere meydanlara çıkmalıdır.
Bu iktidarın “Başörtüsü tasarısında” yaptığı oyunlar, bir şeriat devletine giden yola nasıl
taşlar döşediği, 6 yaşında bir kız çocuğuna tecavüz konusunda nasıl sessiz kaldığı, halkın ekmeğine nasıl göz dikildiği tek tek anlatılmalıdır...
Altılı Masa, millete iktidara gelindiğinde “başörtüsü” konusunda değişikliği yapacakları konusunda bir deklarasyon yayınlayarak söz vermeli, iktidarın oyununu bozmalıdır.
Artık yolun sonuna gelmiş, halkına iyice yabancılaşmış, ülkeyi yoksulluğa sürüklemiş bu iktidar özellikle son yaptıklarıyla, “bir taşla çok kuş” vurduğunu düşünmektedir zannımca ama çok yanılmaktadır; deyim yerindeyse art arda yaptıkları hesap hatalarıyla kendi ayağına ateş etmiştir.
Muhalefet, bu süreci şeffaf, dürüst ve kararlı şekilde yönetir, halka gerçekleri eveleyip gevelemeden anlatırsa olacaklar bellidir:
-İktidar, kendi kazdığı kuyuya düşmekten kurtulamayacaktır.