Her türlü can sıkıcı ülke halinden kaçabilmek için yaşadığın şehri değiştirmek gerekmiyor. 

Tatil günlerinde o şehri gözlemlemek ülkenin

güncel ahvalini özetlemeye yetiyor, fazlasıyla. 

Bir defa; ekonomik kriz her bayram dönemi bir ayna tutuyor. Eskiden olsa bomboş kalacak caddeler bayram günü doluyor. Çünkü şehirden gidenlerin sayısı epey azaldı. 

Misal, İstanbul. 

Tatilin çok uzatılmadığı veya birbirine bağlanmadığı dönemlerde artık hiç boşalmıyor.

Gözle görünür, hissedilir, duyulur bir değişiklik bu. 

Son Kurban Bayramı da öyle oldu...

Ada vapurlarına ek seferler kondu, yine de yetmedi. 

Ufak ve rağbet görmediği düşünülen Burgazada ve Kınalıada’da dahi adım atacak yer kalmadı. 

İstanbul’un merkezi yerleri ve sahilleri de aynıydı. Klasik bir hafta sonu kalabalığı ve dahası...

Gidenler az, kalanlar çok.

Konu büyük oranda ekonomik.

“İstanbul’un tadı en iyi gidenler gittiğinde çıkar” diyen gurmeler hariç. 

Bu tatil bize yine bildiğimiz gerçekleri sokakta gösterdi. 

İktidar büyükşehir kalabalıklarından ekonomik canlılık sonucu çıkarmak isteyecektir, beş liralık bardak çay maliyetinin elli liraya satılmak durumunda olduğu gerçeği göğe yükselirken...

İstanbul’da kalan mecburi veya doğuştan İstanbullular sadece ekonomiyi konuşuyor.

KÖŞENİN GÖZÜ

Tarih: 30 Ağustos 2009.

Bir milli bayram dönemini hatırlatarak aslında gündemin ne kadar “sar başa” olduğunu göstermek gerekiyor.

Adına “Kürt açılımı” denilen dönem...

Zafer Bayramı dolayısıyla Erdoğan ile merhum Baykal “kavga molası” vermişti.

Ancak asıl mesele tartışmanın bugünler ile benzerliğiydi. 

CHP, Kürt açılımıyla ilgili dönemin İçişleri Bakanı Atalay’ın randevu talebini reddetmiş, eğer Kürt açılımının içeriği açıklanırsa randevuya olumlu yanıt vereceklerini söylemişti.

KÖŞENİN SÖZÜ

“Biz bu zamana ve yere misafiriz. Geçip gidiyoruz. Amacımız, gözlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek ve sonra eve geri dönmek.” - Aborjin atasözü.