Ülke o kadar sık makas değiştiriyor ki konjonktür okuması yapmak için birkaç bilim dalına aynı anda vakıf olmak gerekebiliyor. Disiplinler arası geçişlerle tutunabileceğimiz bir toplumsal heyula içindeyiz. 

Sosyolojik enkazın parametreleri arasında ekonomik ahval ve buna bağlı gelişen hukuki ve adli olaylardan türeyen bir yozlaşma var. KamuoyuQAndaki genel ağırlığa göre; Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerleri birden çok hedef alındı veya en iyi ihtimalle sadece yıpratıldı. 

“Yine de” diyesi geliyor insanın... Ama öyle.

Yine de değişmeyen yeni ufuklar var. 

Mesela her 10 Kasım’da Anıtkabir’in bir önceki yıla göre katbekat ziyaretçi artışı...

Her 29 Ekim’de Dolmabahçe’de önceki yıllara nazaran devasa ilgi..

Bir şeyler geç, gecikmeli veya epey rötarlı oluşuyor belki ama sonuçta oluşan bir “şey” var. O şey yeni bir toplumsal hafızanın örülmesine dayanak olabilir. 

Atatürk’ü, verdiği mücadeleyi ve kazanarak bugünlere kadar bırakabildiği mirasına tutunma sırası nesiller boyu aktarılmaya devam ediyor. 

Kimine göre ise; Atatürk’ü anlama sırası şu günlerde mahalle mahalle dolaşıyor. Bu mahalleler farklı ideolojik metaforlardan oluşuyor. 

Kim bilir o sıra belki de Qdaha önce hiç uğranılmayan sokaklara geldi ve bu yüzden bunca ağır gündeme rağmen bir milletin tarihi yine umutlardan geçiyor.

Dün Kadıköy’de Okul Açık tribününde açılan pankartla bitirelim: En büyük gururumuz
ismini ebediyete taşımaktır. 

O isim, Atatürk’ün emanet mirası hatırlandığı ve sahip çıkıldığı sürece yaşayacaktır.

Mürekkebi kurumadan

Medya kriz ve çatlak başlıklarıyla dolup taşarken işin aslının öyle olmadığını anlatıp “taşlanma” pahasına kulisleri vermiştim. Birkaç gün gecikmeyle işin aslının ne olduğu ortaya çıktı, yazı kanıtlandı. 

Devamında da bir görüşme iddiasını dillendirmiştim 6 Kasım tarihli yazıda: 

“O yüzden hafta bitmeden veya öteki haftanın başında bir Erdoğan-Bahçeli görüşmesine tanıklık etmemiz sürpriz olmaz. Medyanın yoğun ilgisi neticesinde böylesi bir görüşme ittifak lehine “merak uyandıran” propagandayı sürdürmeye yarayacak. Her iki parti de bunun işlediğini ve iktidar güdümlü medyanın büyüteceğini biliyor ve uyguluyor. Son görüşme eylül ayı başındaydı. Bir buçuk aya varan aranın ardından yenisi için gerekli şartlar oluştu. Medyaya talep ettiği kadar “giz” verildi, tartışabileceği kadar “paye” sunuldu. Herkes Kıbrıs konusunda kriz yaşandığını düşünürken hiçbir tartışma olmadığını söylemiştim. Şimdi yine aksini iddia ediyorum ki görüşmede ne bir kriz ne de tartışma başlığı olacak, sadece çözüm süreci ele alınacak.”

AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik’ten geldi bu kez doğrulama ve “Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Bahçeli’nin programına bağlı ama siz salı, çarşamba, perşembeye odaklanın. Programlarına bağlı olarak bu hafta gerçekleşmesini bekleyebiliriz” dedi yazının mürekkebi kurumadan.

Bir başka kulis ile bitiriyorum yine...

Görüşmede bu kez takdim edilecek olan hediye yeni dönemi betimleyecek bir simgeden oluşacak.  

Erhürman’ın gelişi

KKTC Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman da perşembe günü Ankara’da olacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Beştepe’deki kabulü ile birlikte birkaç sürpriz görüşmeye şahitlik edebiliriz. Erhürman açısından kolay, Cumhur İttifakı açısından meşakkatli bir sınav olabilir. Zira hem Erdoğan “yavru vatan” vurgusunda ısrar edecek hem de Erhürman “kardeş ülke” dilini ortaya koyacak. Bu sırada Bahçeli’nin çıkışları da ister istemez akla gelecek. Buna rağmen Erdoğan-Bahçeli zirvesinde Kıbrıs konulu bir gündem maddesi beklenmiyor, geçici bir görüş ayrılığı olarak çoktan adı kondu ve kamuoyunun aksine üzerinde pek durulmadı. 

KÖŞENİN GÖZÜ

Tarih: 27 Nisan 2015.

Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlığı’na seçilen Mustafa Akıncı’nın, “Yavru vatan değil, kardeş ülkeyiz” sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan “Ağzından çıkanı kulağı duymalı” diyerek tepki göstermiş, Akıncı’dan “Hep yavru vatan mı kalalım, büyümeyelim mi?” yanıtı gelmişti.

Erhürman’ın temasları öncesinde yakın geçmiş hatırlatması olsun. 

KÖŞENİN SÖZÜ

“Gözlerini güneşte tutarsan hep, gölgeyi göremezsin hiç.” - Aborjin atasözü.