“Fazla geldiyse size hürriyet, cumhuriyet.../ Özlemini çekiyorsanız/ Saltanatın, sultanın.../ Hala önemini anlamadıysanız/ Millet olmanın.../ Kul olun, ümmet kalın/ Fetvasını bekleyin şeyhülislamın/ Unutun tüm dediklerimi/ Rahat bırakın beni... (*)
Şiirin son dizelerine bir kez daha hüzünle göz gezdirdikten sonra, su içercesine okuduğum kitabın kapağını kapatmış, ardından yazarını düşünmüştüm...
Onurlu ve cesur bir adamdı...
Cumhuriyeti adım adım yaşayarak izlemiş, yaşadıklarını halkına anlatmak için kıyasıya çabalamış bir aydındı... Kalemini eğip, bükmeyen, egemenler karşısında asla eğilmeyen 61 yıllık bir gazeteciydi... Her biri bu yaşamdan süzülmüş, derslerle dolu 30’u aşkın kitap yazmıştı... 2015 yılında sonsuzluğa karıştı...
-O gazetecinin adı Cüneyt Arcayürek’ti...
-Gazetecinin son kitabının adı da ulaştığı zirveye çok yakışıyordu:
-Atatürk’ten Sonra Bugünlere Nasıl Geldik?
“Tamimle devrim olmaz!”
Arcayürek, kitabında, o müthiş devrim sürecinden sonra 1940’lardan başlayarak bugünlere, karanlığın en koyusunun eşiğine nasıl geldiğimizi son derece yalın bir dille anlatıyordu...
Yalnızca anlatmıyordu, Cumhuriyetin ilan edildiği tarihten yalnızca beş yaş küçük gazetecinin şu sözleri bence kitabın ruhunu olanca netliğiyle ortaya koyuyordu. Son kitabını yazarken ne denli üzgün olduğunu bakın nasıl anlatıyordu:
-Bu kitap, Atatürk’ten bu yana bugünleri hazırlayanlara ve olaylara topluca bakan... Ülkemizin Atatürk’ün bin bir emekle kurduğu laik Cumhuriyet’ten, onun aydınlık çağından ve reformlarından koparılışını izleyen bir gazetecinin geçmişten bugüne uzanan ufuk turudur... Atatürk’le doğan, Atatürk’le yaşayan, bugünleri içi kan ağlayarak izleyen bir gazetecinin anı defteri de diyebilirsiniz...
Kitap, Arcayürek’in tanıklık ettiği, bire bir yaşadığı, izlediği, yazdığı olaylarla, karşıdevrimin başlangıcından bugünlere nasıl ulaştığımızı bölümler halinde önümüze koyuyordu... Büyük devrimciden verdiği örneklerle nereden nereye devrildiğimizi de gözümüze sokuyor doğal olarak:
-1924 yılının ilkbahar aylarıydı. Yani Cumhuriyet’in ilanının üzerinden henüz 6 ay geçmişti. Pasinler’de deprem olmuş birçok ev yıkılmıştı. Mustafa Kemal, durumu yerinde görmek için Pasinler’e gelmişti... Halkın içinden bir köylüyü çağırdı: ‘Depremden çok zarar gördün mü baba? diye sordu... İhtiyar şaşırdı. Kollarını göğsüne bağladı, boynunu büktü, bir şeyler söylemek istedi. Gazi Paşa, ihtiyarın durakladığını görünce tekrar sordu: “Hükümet sana kaç para verse zararını karşılayabilirsin?” İhtiyar Kürt şivesiyle: ‘Valle Padişeh bilir’ dedi. Gazi Paşa gülümsedi... Yumuşak bir sesle: ‘Baba, padişah yok! Onları siz kaldırmadınız mı? Söyle bakalım zararın ne?’ İhtiyar yineledi sözünü: ‘Padişeh bilir.” Bu yanıt karşısında Gazi Paşa’nın yüz çizgileri aniden değişti. Kaşlarını çattı ve kaymakama döndü. ‘Siz daha devrimi yaymamışsınız’ dedi... Kaymakam dondu kaldı.... Genç tahrirat katibi öne atıldı ve ‘köylere tamim ettik (genelge gönderdik)’ dedi. Gazi Paşa’nın yüzü daha ziyade karıştı. Kaşlarını yukarı kaldırdı: ‘Oğlum’ dedi, ‘Tamimle devrim olmaz!..”
Yalnız başına bu örnek bile büyük devrimciyle ölümünden sonra iktidara gelenleri büyük bir uçurumla birbirinden ayırmıyor mu?
O dizelere layık olmayalım!
Üzerine ölü toprağı serpilmiş toplumlar bazen hiç umulmadık şekilde içine düştükleri tutsaklık ve haysiyetsizlik kabusundan silkinerek şahlanırlar...
Toplumların bu şahlanışında öncü konumundaki namuslu aydınların ve onların eserlerinin payı azımsanmayacak öneme sahiptir. Cüneyt Arcayürek bu kitabıyla işte bu görevi yerine getiriyordu... Sıra artık bu ülkenin çağdaş, aydınlık yığınlarında... Cumhuriyeti koruma, kollama vaktidir!
-Bu toplum, o dizelere layık olmamalıdır!..
(*) Süleyman Aydın’ın “Yıkın Heykellerimi” şiirinden