Türkiye, karanlığın en boğucu yerinde debelenir hale geldi...

Din istismarının artık açıkça, Anayasa ve Cumhuriyet yasaları hiçe sayılarak yapıldığı bir dönemden geçiyoruz... Adım adım gerici bir “Yeni Türkiye” çalışmaları artık fütursuzca sürdürülüyor...

Önce hukuk sisteminin, bu Yeni Türkiye hedefinin bir parçası olarak hizmet vermesi için “Çoklu Baro” sistemi Meclis’ten geçirildi... İktidar, yüksek oranda kan kaybını önleyebilmek için, zaten 1991 yılından bu yana bir bölümü ibadete açık olan Ayasofya’yı yine yargıyı kullanarak camiye çevirdi... 

Kadına şiddeti önlemeye yönelik gericilerin şiddetle karşı çıktığı “İstanbul Sözleşmesi” iktidar tarafından bir çırpıda kaldırılıverdi!

Böylece, erkek sıfatındaki yaratıklar tarafından öldürülen kadın sayısı, insanı dehşete düşürecek denli artmaya başladı ne yazık ki...  Kadına şiddetin önlenmesiyle ilgili Avrupa Konseyi Sözleşmesi bu katliamları önlemek için 2011 Nisan ayında kabul edilmiş, 2014 yılında da yürürlüğe girmişti...

O tarihten bugüne gerici, yobaz çevreler İstanbul Sözleşmesi’ne sürekli olarak kin kustu ve iptali için elinden geleni yaptı. Ve sözleşme tek kişinin imzasıyla ortadan kaldırıldı!

- Çünkü kadın denince “Cennet anaların ayaklarının altındadır” soyut sloganından başka kadının özgürlüğü ve bağımsızlığına dair her şey bu iktidarın kabusudur da onun için!

Ak saçlıların uyarısı

Tam 101 kişiydiler...

Farklı kesimlerden, farklı geçmişlerden, farklı siyasetlerden gelen içlerinde el bile sıkışmayacak, aynı masaya oturmayacak kişilerin de bulunduğu Liberalinden solcusuna, muhafazakarından cumhuriyetçisine, Atatürkçüsüne 101 siyasetçi, sanatçı, bilim insanı, gazeteci, yazar, ekonomist yıllar önce aynı bildirinin altına imza atmışlardı...

Okurken, gerçeklerin ne denli keskin bir tehdidi yansıttığını apaçık görüyor, buz kesiyordunuz! Kendilerine “Ak saçlılar” diyen bu deneyimli isimlerin birleştiği ortak nokta ise şuydu:

- Ülkemiz bugüne kadar böyle bir karanlık yaşamamıştı!

Anayasanın fiilen askıya alındığını, yargının, kolluk güçlerinin tamamen Saray’ın emri altında olduğunu, Cumhuriyetin teminatı olan bütün kurumların tek tek işlemez hale geldiğini haykıran Ak saçlılar şu büyük tehdide dikkat çekiyordu:

- Cephelere bölünüyoruz. Aramıza nifak sokuluyor ki, dindarı laiki, sünnisi alevisi, sağcısı solcusu, Türkü Kürdü, genci yaşlısı bu gidişata “dur” desin!

Bu “bilge” haykırış, gençlere de şu uyarıyı yapıyordu:

- Size dayatılan bölünmeleri, düşmanlıkları, sahte cepheleri aşın, birlik olun, sesinizi yükseltin. Özgürlüklerimize, aşımıza ekmeğimize, yaşam tarzlarımıza sahip çıkma, haklarımızı talep etme zamanıdır...

Bu bildiri çok ama çok önemliydi; karanlığın koyuluğu yukarıda söz ettiğim gibi, asla bir araya gelmeyeceği düşünülen kanaat önderlerini dahi yan yana imza atma konumuna getirmişse durum çok vahim safhaya ulaşmıştı...

- Türkiye çok büyük bir tehdit altında, tehlike içindedir demekti!

Muhafazakar kesimin önemli isimlerinden, yıllardır iktidarı eleştiren Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren ise o günlerde kaleme aldığı yazısında bakın ne diyordu:

- Erdoğan’a yakınlığı bulunan çevrelerde “Tayyip Bey, bundan sonra siyasi hayatında yapmayı hedeflediği şeyleri birer birer yapacak” kulis bilgisi devreye sokuldu!

Ne demek istiyordu Taşgetiren; onu da şu sözcüklerle açıklıyordu:

- Hani, “Daha açık oynayacak” türünden bir iddia idi bu!

Benim anladığım ise neredeyse 30 yıl önce söylediği “Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz” sözlerinin artık hayata geçirilme aşamasına gelmekte olduğuydu!

Zamanı mı geldi?!

İşte yıllar öncesinde ak saçlıların yaptığı uyarıların, İslamcı çevreden bir yazarın kaleme aldığı yazının işaret ettiklerinin ne denli gerçekçi olduğu AKP’li Cumhurbaşkanı tarafından önceki gün bizzat doğrulandı!

Adliyelerde şeriat sloganları atılırken, meydanlarda şeriat özlemi haykırılırken AKP Cumhurbaşkanı, Diyanet Akademisi Başkanlığı 1. Dönem Aday Din Görevlileri Mezuniyet Merasimi’nde yaptığı konuşmada açıkça şeriatı savundu! İşte söyledikleri:

- Farklı maskeler altında şeriat düşmanlığı var. İslam’ın hayata dair kurallarının bütününü temsil eden şeriata düşmanlık esasında dinin bizatihi kendisine husumettir. İnanıp inanmamak, yaşayıp yaşamamak elbette bir tercih meselesidir. Ama dinin emirlerine dil uzatmak başka bir konudur...

Bitmedi, devamı var:

- Türkiye’de sayıları az da olsa kimi çevrelerde şeriata yönelik sergilenen pervasızlıkların temelinde cehalet ve bilgisizlik hastalığı vardır. Ülkemizde en azından bir kesimin içinde bulunduğu cehalet karanlığında boğulduğunu görmekten üzüntü duyuyoruz....

Bir de şu kısmı okuyun:

- Millete ait tüm kadim değerleri “gerilik emaresi” olarak gördüler. Giydiği kılık-kıyafetine göre insanımızı ayırdılar, ötekileştirdiler. Modernliği ve ilerlemeyi bir gardırobun iki kapağı arasına hapsettiler...

Dahası da var ama bu kadarı yeter! Burada sorulacak tek soru ise şu:

- Demokrasi tramvayından tamamiyle indi mi ne?