Korkusuz
Ümit Zileli

4 yapraklı yonca!

Ben, siyah-beyaz yıllara kenarından, köşesinden tanık olma, o güzelim filmleri yazlık sinemalarda izleme şansına erişenlerden biriyim...

Siyah-beyaz fimlere bayılırdım... Annemin ya da teyzemin elini tutup gittiğim sinemada, şayet bir melodram filmiyse seyircinin çoğu kadınlardan oluşur ve tüm film hıçkırıklar eşliğinde geçer, mendiller sırılsıklam olurdu...

O dev perdede kahramanlarımızı izlerdik... Yılmaz Güney, Fikret Hakan, Ayhan Işık, Sadri Alışık, Kartal Tibet, Ediz Hun, Tarık Akan, Kadir İnanır gibi pek çok şövalyemiz vardı... Ne olursa olsun sonunda kötüleri yener, sevdiği kadını ya da mahalleyi kurtarır, perdeye her “son” yazıldığında alkışlarla uğurlanır, izleyenler mutlu bir şekilde dönerlerdi evlerine...

Erkek kahraman çoktu ancak benim çocukluk günlerimde “yıldız” kademesine ulaşmış 4 kadın vardı:

-Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Fatma Girik...

Onlara “dört yapraklı yonca” denirdi. Hani şu dört yapraklısı bulunması pek zor olan yoncaya benzetilirdi bu dört şahane kadın...

Anadolu’daki sinemacılar yapımcılardan şöyle istekte bulunurlardı:

-“Bana bir Fatma Girik, Cüneyt Arkınlı film”, “Türkan Şoray, Ediz Hunlu olsun”, “Hülya Koçyiğit, Kartal Tibetli isterim”, “Filiz Akın, Tarık Akanlı makbuldür.”

Tabii ki diğerlerine, bir Belgin Doruk, Bir Nebahat Çehre, bir Hülya Darcan gibi birçok şahane oyuncuya haksızlık etmek istemem ama Türk sinema tarihine “dört yapraklı yonca” üyeleri olarak onlar geçmişti!

-Hep öyle de kaldılar...

“Erkek Fatma”


Her birinin değişik özellikleri vardı...

Fatma Girik, hep “Erkek Fatma” olarak bilindi. 200’e yaklaşan filmde genellikle başı dik, yeri geldiğinde kavgacı, asla geri adım atmayan kadın figürüne hayat verdi.

Aslına bakarsanız, gerçek yaşamın Fatma’sı da filmdekilerden farklı değildi! Tanımaktan, dostluğundan onur duyduğum bir isim olarak kazındı beynime ve yüreğime... Şişli Belediye Başkanlığı yaptığı yılları, emekçilerin yanında katıldığı yürüyüşleri anımsadığımda hep bir gülümseme beliriverir yüzümde...

24 Ocak’ta, Uğur Mumcu, Gaffar Okan gibi “halkın kahramanları” olan yiğit insanların sonsuzluğa uçtuğu gün elveda dedi. Klişe gibi gelebilir ama hiç unutulmayacak, unutulmayı hak etmeyen kahramanlardan biri olarak gitti...

O kıratta, o değerde insanları ve tabii karşıtlarını anlattığım bir yazımdan bir bölümle “hoşça kal” demek istiyorum, bu dev yürekli kadına...

-Orada buluştuğu dev yürekli arkadaşlarına bizlerin gönül dolusu sevgi ve selamlarını götürsün diyerek...

Işıldayan hayatlar


Hayat dayatmaz...

Hayat yaşanır!.. Ve her hayat, yaşayanın tercihlerine, yaptığı seçimlere göre yaşanır... Bir sürüngen, bir parya gibi yaşamak da, onurlu, başı dik yaşamak da, seçimini teslim olmaktan yana yapmak da, her şeye karşın direnmek de tamamen insanın elindedir...

-Hayat, bu tercih ve seçimlere hiç karışmaz!..

Hayat, her insanın değişik biçimlerde kullandığı ya da kullanıldığı bir süreçtir yalnızca...

Korkaklığın, haysiyetsizliğin, gücün karşısında yaltaklanmanın, ruhuna varıncaya kadar her şeyini kiralamanın, sonra da geçmişinden utanmanın, bu utancın yarattığı dayanılmaz hırs ve kompleksle herkesin aynı kirli hayata bulaşmasını istemenin, hayatın dayatması ile uzaktan yakından ilgisi yoktur!..

Kirli bir yaşamın hayatla olan ilgisi, yaşadığı hayatı kirletenlerin, her türlü servete, her türden şöhrete karşın aslında çok yoksul, çok acınacak bir hayat sürmesidir... Ve ancak bu denli yoksul hayatlar, geçmişe, yaşanılan başka hayatlara, ardında ışıldayan bir isim bırakarak hayattan ayrılanlara, hiç bitmeyecek, hep çoğalacak öfkeler besleyebilir...

Hayat herkes için başlar ve biter... Aradaki boşluğu her insan kendi çapına, tıynetine göre doldurur...

-Kimi, insanlık tarihine bir çentik atarak, ışıl ışıl gider...

-Kimi ise “kayıp bir hayat” olarak gider...

-Hayat, yalnızca tanıktır!..”