İngiltere’nin yeni Osmanlı elçisi Gerard Lowether, özgürlük kutlamaları arasından geçerek, Yıldız Sarayı’na doğru gidiyordu. II. Abdülhamit’e güven mektubunu sunmak için yola düştüğünde, İstanbul halkı kendisine de sevgi gösterisinde bulunuyordu.
Bu sevgi altında yatan gerekçe İngiliz hayranlığı değildi. 1768-1774 yılları arasında yaşanan Osmanlı-Rus savaşının sonunda imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması’nın etkileriydi. Antlaşma ile Osmanlı topraklarındaki gayrimüslimlerin koruyucusu, Çarlık Rusya’sı olmuştu! Bu anlaşma hem Osmanlı hem de Müslüman halk gözünde kötü bir sonuçtu.
Çarlık 1853’te, Küçük Kaynarca’ya dayanarak, Kudüs’teki tarihi kiliselerin kullanımı bahanesi ile Osmanlı’ya savaş açtı. İngilizler için fırsat doğmuştu. İngiltere, Fransa ve İtalya, Kırım Savaşında (1853-1856) Osmanlı ile birlikte Çarlık Rusya’sına karşı savaştı.
İngilizler bir ay demeden Islahat Fermanı’nı, Paris Barış Antlaşması’ndan önce Sultan Abdülmecid’e ilan ettirdi. Artık İngilizler de Çarlık Rusya’sı gibi gayrimüslimlerin koruyucusu olmuştu. Reval Görüşmeleri ayrı bir konu olsa da İngilizler bununla da yetinmeyecek, 1908’deki Reval’de, Çarlık ile birlik olup Osmanlı’yı paylaşma yoluna gidecekti...
Osmanlı halkının bundan haberi yoktu ancak tarihi düşman olan Ruslara karşı Kırım Savaşı’nda yanımızda yer almaları, halkın gönlünü kazanmalarına neden olmuştu. İşte bu tarihi gelişmeler ışığında halk, atanan yeni İngiliz büyükelçisini alkışlıyordu...
İngiliz Dışişleri Bakanı Edward Grey, beş gün sonra Lowether’e gönderdiği mektupta özetle şöyle diyordu: Meşrutiyet’in kendilerine hizmet etmeyeceğini dolayısıyla “Fakat Rusya’ya karşı eski politikamıza döndüğümüz ve Türkiye’yi, kendisine karşı bir mania, bir engel olmak üzere tuttuğumuz intibaını vermekten kaçınmalıyız. Ve mümkün oldukça Rusya ile çalışmaya arzu göstermemiz lazımdır.”
İstanbul’da bu hoşgörülü karşılamayı tahmin etmediğini ve “Türkiye gerçekten meşrutiyet idaresini kurar ve bunu yaşatıp kuvvetlenirse bu halin sonuçları şimdiden hiçbirimizin göremeyeceği derecede daha
ileriye varır. Bunun Mısır’da etkileri müthiş olur; ta... Hindistan’da da kendisini hissettirir” diyordu.
Devamında sömürgelerdeki Müslüman halka bugüne kadar halife (II. Abdülhamit) tarafından yönetilen Osmanlı’da, vicdansız bir istibdat yönetimin olduğunu, oysa kendi yönetimlerinin ise sevgi (!) dolu bir yönetim olduğunu ifade ediyordu!
Orijinaline bakılırsa hem Osmanlı’da
hem de İngiliz yönetiminde sömürge olduğunu söylüyordu. İngiliz emperyalizminin olduğu doğruydu ancak Osmanlı’nın yarı feodal yarı sömürge olduğunu dile getirmiyordu...
Meşrutiyet yani parlamenter rejim, Osmanlıda hayata geçerse ve başarılı olur ise İngiliz sömürgesi Müslüman halklarının da meşrutiyet istemesinin İngiltere’yi zora düşüreceğini
yazıyordu.
Sonuç olarak dün İngiliz, bugün de ABD emperyalizmi, aynı yolda ilerliyor. Dün Meşrutiyet’i istemeyen emperyalizm bugün de parlamenter rejimin düşmanı! İşbirlikçi iktidarlar eli ile parlamenter rejimleri kaldırıp milletin iradesini çalarak ülkeleri parçalıyorlar!